19 Ağustos 2012 Pazar

Piran

Münih'teki ebeveynlerim M.Ö. ve İ.H.S.'nin velayetinde ve de R.d.N. eşliğinde basık mı basık bir haziran öğle sonrasında Piran'a doğru yola çıktık. Birkaç gün öncesine kadar Hırvatistan'a gideceğimizi sanıyordum ancak Piran'ın Slovenya'nın sevimlisi olduğunu yola çıkmadan önce öğrenmiştim (aferin bana). Bon Iver çınladı ilk kilometrelerimizde kulaklarımızda, hafta sonumuzun güzel geçeceğini müjdeleyerek.

En sevdiğim yolculuk şeklinin biralı yolculuk olması, bu yolculuğun sık sık çiş molaları ile bölünmesine sebep olmuştur hep. Molalarda havanın giderek ısınmasını beklerken Avusturya sınırını geçtikten sonra pek sevimli dağlarla karşılaşınca yanıma aldığım kalın kıyafet listesini gözden geçirmem gerekti.


-Dumanlı dumanlıııı..-

Gece yarısına doğru Piran'a ulaştık, eşyaları otele atıp sahile doğru yürüdük. Dondurmalarımız eşliğinde  sahil boyunca bilmiş bilmiş Piran gece hayatını eşeledikten sonra ekibi sonsuz eğlenceyle başbaşa bıraktım ve başağrısından arınma umuduyla uykuya daldım.

Cumartesi sabahı pek tabi ki erkenden uyanıp kendimi yokuşlu ve dar Piran sokaklarına attım.


Meydana ulaştıktan sonra hafiften doğuya yönelerek önce marinayı geçtim, sonra şehrin trafiğe kapanma noktasına ve korkunç oteller yöresine doğru yürüyüşüme devam ettim.


-Meydan, marinanın arkasında kalıyor-


-Çağrışım rahatsızlığımdan kaynaklı Cunda anımsaması-


-Gün içindeki dolanmalarımızda da hem fikir olduğumuz üzere, olası bir ikinci ziyarette kalmaya çabalayacağımız otel-

Otele döndüğümde halk ayaklanmıştı ve sahilde gece cıstak barlık yapıp gündüz iyi aile evladı kafeliği yapan bir yerde kahveyle yunmak üzere oteli terk etmişti. Kendilerine ulaşana kadar öncelikle pazara uğradım ve nektarinle incir aldım, kendileriyle bir kahve içtikten sonra otele gidip, otelin resepsiyonisti/temizlikçisi/aşçısı ve sahibi olan cool/neşeli amcanın "ama bak bir şeyler yemezsen hasta olursun" ısrarlarına dayanamayarak hızlı bir kahvaltı ettim.


-Az yedim, model tuttum-

Gün ilerlerken oradan buraya dolanıp en sonunda sabah gittiğimiz kafeye konuşlanıp, denize bu noktadan girmeye karar verdik, deniz enfes mavi, pırıl pırıl temiz ve muhteşem bir soğukluktaydı. Beklediğimizden bir miktar soğuktu Adriyatik efendi.



-Şehir, uzunca bir burundan ibaret-

Öğle yemeğimizde cevapcici yemeye karar verdik ve yola düşmeden notunu aldığımız köfteciye yollandık. Münih'te yediklerimizden bin kat lezzetli, İnegöl köfteyi anımsatan pek lezzetli köftelere yumulduk. Ve Piran'a adım attığımızdan bu yana olduğu üzere yine çok az bir ücret ödedik.


-köpteeeee-


-Şehrin kilisesinin yanındaki kule. Obesesif bir şekilde şehrin orasından burasından çekmişim fotolarını. Tam ayrılmadan önce tırmanma fırsatını buldum. 1609 yılında inşa edilmiş, 47.2m'ymiş yüksekliği ve 146 basamakla ulaşılıyormuş.-



-Kuleden, muhteşem deniz-


-Kuleden, şehrin sırtındaki surlar. pazar sabahı erken saatte tırmandım o bölgeye, ziyaret saati olmadığı için yeterince eşeleyemedim.-


-Kuleden, şehir meydanı. Ctesi sabahtan öğle sonrasına kadar ikinci el ve antika eşyaların satıldığı bir pazar kuruluydu. Başta bir şey almama yönünde çabalamış olsam da ilk olarak resimli/yazısız bir çocuk kitabı aldım. Sonra satıcı tutturdu bir tane daha seç, benden sana hediye olsun diye. Şimdi kitaplığımda, sabırlı bir günümde sözlük marifetiyle okumayı planladığım bir Slovence bir kitabım var. Tabi ki hızımı alamadım. Lepa Beseda diye bir yayınevi varmış, bu yayınevi "daha güzel bir dünya" için kitaplar basarmış. Ben de kendilerinden pek güzel iki çocuk kitabı aldım, bu sefer İngilizce. Rose the Giraffe'ın sürmeli gözleriyle selamlaştık, sırada The Best Birthday Present Ever var.-


-Rose-


-Meydandan, kule-

Piran'da karşılaştığım tek pahalı hadise yiyecek pazarıydı. O da gördüğüm birkaç Avrupa pazarıyla aynı fiyat aralığındaydı. Bunun haricinde yeme-içme son derece ekonomikti. Satıcılar son derece içten ve tok gözlüydü; geneli bir şey almaya kalkıştığımda 1-2 tanesini de hediye olarak veriyordu.


-Öğle sonrasının ilk yarısında güneşi yakalma umuduyla "indiğimiz" nüdist plaj. Güneşin bulutların ardına saklanması yetmedi, envai çeşit nüdistin orasına burasına basmadan devrilebileceğimiz bir düzlem parçası bulabilmek için taşların üzerinde cambazlık yaptık. Sabah ve akşam üstü deniz girdiğimiz bölgede plaj bulunmuyor, kaldırımın bitimdeki kayalıklardan denize giriliyor. Ancak deniz, bu tarafa kıyasla çok daha sakin ve yosunsuz.-


-Meydana yakın bir ara sokakta su içilmez bir çeşme-

Akşam yemeği için yolculuk öncesi İ.H.S.'nin arayıp bulduğu restoranları denemek istedik, en hoşumuza gidende yer bulamadık, ikinci en iyi seçeneğimizde kalamarlar ve balıklarla  Fransa'nın kupadan elenmesine kulak kabarttık. Denizli şehirde olduğumuz için daha fazla meze, daha çok balık çeşidi beklentisi içerisindeydim ancak minimalist bir menüyle karşılaştık. Lakin yemekler gayet lezzetliydi.

Yemek sonrasında sahildeki bir kafede Blue Angel Gang'i dinleyip otelimize yollandık.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası şehirle küçük veda işlerimizi halletik ve İtalya'ya biraz daha yakın mesafedeki İzola'ya uğradık. Çok daha kalabalık, sıkışık, sıcak ve Piran'a kıyasla daha "şehir" olan İzola'da normalde bir yaşlı (körler?) bakım evinin plajı olup onların gelmediği saatlerde halka açık olan plajda birkaç saat gebeştikten sonra güneşli ve denizli Slovenya ile vedalaşıp kasvetli Bavyera topraklarına doğru yola koyulduk.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder