24 Temmuz 2012 Salı

Woman / Frau / Kadın

Pablo Picasso, Max Beckmann ve Willem de Kooning Frauen sergisinin afişleri, sergiden haftalar önce Münih'i sarmalamıştı. Ben de pek heyecanla sergiyi görmeyi arzu ediyordum ama seyahat zamanlarımın benim zamanlamamdan aykırı tavırları, her türlü iklimsel bahane ve yenilmesi güç tembelliğimle sergi başladıktan sonra totomu müzeye sürüklemeyi başaramamıştım. Muhteşem müze pazarımın assolisti ile karşılaşma anı hakikaten (TDK'ya çok kullandığım "hakkaten"in de sözlüğe katılması için başvuruda bulunsam beni dikkate alırlar mı, yoksa web sayfalarını her açtığımda beni selamlayan badem bıyıklı amcalar bir "tööbe estağfurullah" çekerler mi?) heyecan uyandırıyordu. 








Pek tabi ki, sergi öncesinde Beckmann ve de Kooning hakkında zerre fikrim yoktu. Kişisel zayıflığım olması da pek muhtemel ama yine kişisel olan görüşüm topraklarımızda üstün kıymetli dinin ve belki ondan çok onu yorumlayıp uygulatanların bizi görsel sanatlardan nesiller boyunca ayrık tutmuş olması yatıyor, bu fikirsizliğin temelinde. Avrupa maceramın ana karakterleri İspanyol kardeşlerimin -en aydınlarından en kütüklerine uzanan yelpaze dikkate alındığında- resim ve heykele karşı ilgi ve bilgileriyle çarpışana kadar bu durumun farkında değildim. Meşhur tembelliğimi yenmeyi umut edip anlatmayı planladığım Madrid maceramda bu duruma bir kez daha tanık oldum. Şöyle de bir durum var, belki yine bu dini bastırılmışlıktan bizim o kadar çok sayıda; sayıya kıyasla başarı oranını kestirecek kadar bilgi sahibi olmasam da başarılı, yetenekli ve meşhur görsel sanatçımızın olmaması da bu cahilliğimde etken olabilir. Neyse, gelecek yüzyıllardan umudum var.


Sergide onlarca resim, İngilizce açıklamalarıyla birlikte çok tatmin edici bir şekilde sergilenip tanıtılıyordu. Küratör Carla Schulz-Hoffmann'ın Modern Pinakothek'e veda busesiymiş bu sergi aynı zamanda. 17 yıldır göçebe hayatı yaşayan bir insan evladı olarak halen kabul edilebilir -burada "effective" ve "optimum" arasında bir sözcük bulamadığım için "kabul edilebilir"i kullanıyorum- bir boyut, içerik ve ağırlıkta valiz hazırlamayı öğrenmiş değilim. Buna rağmen kitaplarla rastlaştıkça engelleyemediğim bir edinme güdüsüne teslim oluyorum ve seyahati takip eden günlerde enfes sırt ağrıları çekiyorum. Şimdilerde fiziksel bağlamda belimi büken sergi kataloğunu sindire sindire okumak için fırsat kolluyorum. Sergi esnasında illaki kaçırmış olduğum detayları, okurken yakalamayı umut ediyorum.


Modern Pinakothek'in diğer galerilerinde beceriksizce kullandığım fotoğraf makinamı -ah, halen kendisine bir isim vermemişim, ne kadar ayıp-, aynı beceriksizlikle serginin ilk adımlarında kullanırken pek tatlı tontoş bir bayanın "ah güzel kızım, izin vermiyorlar görüntülemeye bu mendebur görevliler" uyarısıyla çantamın kalabalığına yolladım. 

Sergide en çok Max Beckmann resimlerini beğendim. Canlı renklerine rağmen son derece karanlık ama betimlenen kadınları bana son derece güzel anlatan resimlerdi. Quappi -ki öğrendiğim odur ki, ikinci eşi Matilde von Kaulbach'tır, özünde Quappi- resimlerine bayıldım. Duruş ve bakışlarıyla içime içime işledi. Picasso resimlerinde nadiren şaşkınlık hissettim, herbiri bir serinin devamı gibiydi. De Kooning ise çok yordu beni, renkleriyle ve karmaşıklığıyla. Huysuz-uyumsuz ruhumun sevgi ve coşkuyla kucaklamasını beklerdim, de Kooning resimlerini ancak cidden çok çaba sarf ettim resimleri anlamak için ve eminim ki pek bir başarı gösteremedim bu anlak -ah mual, keşke bir sözlük bıraksaydın gitmeden önce- çabasında.






-Max Beckmann ve Quappi-



Serginin bir salonunda ressamlar ve kadınları selamladı beni. Kronolojik olarak her bir ressamın hayatı, hangi akımlarda gönül gezdirdiği, nerelerde yaşayıp kimlerle ahbap olduğu ve hayatının o dönemini paylaştığı kadın ve o kadının kısa hayat hikayesini panolarda takip edebildim. Picasso'nun kadınları zincirleme trafik kazası halinde, bir ilişki bitmeden diğeri başlıyor, geride kalan kadının enkazı ya acıklı bir hayatla ya da intiharla ortadan kalkıyor. Yaratıcı adamın karşı konulamaz cazibesi ve kadınını yiyip bitiren kaosu.


Detaylar güzelim kataloğumda.




Karl Arnold, The Draughtsman

Müze pazarımın ikinci sergisi, yine Modern Pinakothek'teki Karl Arnold sergisi oldu. Karl Arnold, görsel sanat cahili bu insanın daha önce tanımadığı bir isim lakin kendisi ne çizmişse enfes çizmiş. Simplicissimus dergisindeki politik çizimleri serginin çoğunluğunu oluştursa da sergideki pek çok başka çizimi de gözümü gönlümü açtı. Sergi eylüle kadar devam ediyor.

















Manifestos For Changing The Society

Son Almanya maceramda, Ingolstadt'ı bir hafta boyunca yeterince tatbik ettikten sonra Münih'e küçük göçümü gerçekleştirdim. Göç gününün, cumartesi, nemli kabus sıcağı beni eylemsiz kılmışken takip eden pazar günümü müzelere adadım.

Modern Pinakothek'te ilk durağım Architekturmuseum der TU München'deki Manifestos For Changing The Society sergisi oldu. Pek heyecanla daldığım salonda karşılaştığım minimal İngilizce açıklama eğilimi ile hevesim kursağımda kaldı. Bir yerlerden bir şekilde notlar alıp o konuşarın üzerine düşme becerisini son dönemlerde göstermeye başlamıştım ama tüm Almanca açıklamalar benim gibi tembelliğe yatkın birisi için hız düşüren bir etmen oldu. Yine de eylül başına kadar sürecek sergi görülmeye değer.


-Diagram of Administration-


-Der Rote Mann Spricht ( 1927) / Victor Thedor Slama-


-Harika bir foto çekimim yine: Cowboy Bebop çağrışımlı Ecotopia (1982) / Ernest Calenbach -


-Çağrışım zincirinde Robert A. Heinlein'ın Kaybolan Miras'ına seslenen Frei Otto, Entwurf für Öko-Hauser (1981)-


-Bir yerlerden Harrison Ford'un koşup geleceği Tempels der Bruderschaft (1921) / Frederik van Eeden-



10 Temmuz 2012 Salı

Ceylan Ertem.. Pek Yakında!



Çok az kalmış, yaşasın!