28 Haziran 2012 Perşembe

Oh My Darling!

Efendim, Oh My Darling konseri sonrasinda gruba, grubun arkadaslarinin cektigi fotolardan edinme ihtimalimi sormustum; kendi unutkanligimi ortbas etmek uzere. Fotograf ulasana kadar ben yazimi yazmis bulundum. Sonra sevgili Vanessa asagidaki fotografi yolladi. Mekanin bir ucundaki bardan, diger ucundaki sahnenin cekildigi fotograf cok net olmasa da gecenin guzelligini -en azindan bana- hatirlatmaya muktedir.



26 Haziran 2012 Salı

Love Scenes

Milliyet Sanat'in haziran sayisinda Ebru Demetgul, Andy Wiener'in Love Scenes fotograf serisini anlatmis. Andy Wiener, aslen psikiyatristlik yapsa da yapay/kurgu anlatilari fotografladigi calismalari bulunuyor. Love Scenes'te kadin karakterin, ideal kadin Barbie'ye donusumu sonrasi hayallerinin erkegi olarak yeserttigi Ken'den sikilip, Ken'e alternatif olarak He-Man'e yonelmesiyle cok eglendim. Halbuki ben bir Barbie'den, Ken'den daha da sikici bir karaktere yonelemesini beklerdim. Kadinlari anlamak zor, sekerim.



-Love Scenes 9, Love-


25 Haziran 2012 Pazartesi

Marilyn

Ingolstadt haftamda kendimi yola kaptirmis sokak sokak dolanirken kulagimda pek guzel sarkilarla, "Marilyn Monroe - Legende, Mythos und Ikone" basligiyla bir sergi afisi gordum. Pflegschloss sozcugunu telefonuma not ederek yurumeye devam ettim. Ertesi gun gugil efendiyle aranip tarandiktan sonra serginin Ingolstadt'a trenle 15 dakika mesafedeki Schrobenhausen'de oldugunu ogrendim. Planimi programimi yaptim (cok tertipliyimdir) ve bir ogleden sonra serginin son saatini yakalamak uzere yola koyuldum.



-Schrobenhausen'inn 1965'teki gorunumu-

Schrobenhausen pek kucuk, sevimli bir kasaba gordugum iki caddesi uzerinden yapabildigim yorumla. Sanki birazdan sahilden gelen cocuklar dondurmacilarin onunde kuyruga dizilecekler gibi. Kasabanin gobeginden gecen caddede arabalar 10 ila 20 km hizla ilerliyorlar, Sincan-Eskisehir Yolu minibusleri gibi ama tabi ki araclar daha konforlu ve havadar. Ana caddenin bir paralelinde kasabaninin tum muzeleri siralanmis, her ara yolda bir muze tabelasiyla karsilasiyorsunuz.


-Schrobenhausen'inn 2012'deki gorunumu-


-Museum im Pflegschloss in Schrobenhausen-


Gunun sicagiyla ayaklarim pismek uzereyken aradigim tabelayla karsilasiyorum ve muzenin girisine ulasiyorum. Muzenin o gun ve saatte tek ziyaretcisi benim. Muze gorevlisi ust kattan baslamam gerektigini soyluyor, ben de Alman disiplinin sozunu dinleyerekten ust kata cikiyorum.


Sergi alani odalardan olusuyor, kimi odalarda tek bir fotografcinin cekmis oldugu fotograflar yer alirken, kiminde birden fazla fotografcinin eserleri arka arkaya sergileniyor.


-Playful / Bert Stern (1962)-



-What is All About / Bert Stern (1962)-



-Here's to You / Bert Stern (1962)-



-Rhythm / Bert Stern (1962)-



-Bert Stern (1962) Vogue icin-


Fotograflarin fotograflarini cekmek, tum odalarin pencerelerle cevrili oldugu bir aydinlikta ve Marilyn'in guzelliginde eglenceli bir oyun haline donusuyor. Kimi fotograflarinda guzelligiyle buyuleyen ve baska bir sey dusunmeye izin vermeyen Marilyn, bazi fotograflari icin benim ikincil bir kopya alma girisimimde cam uzerindeki yansimalariyla benimle alttan alta dalga geciyor; bazen kendisini saklayip benim camdaki suretimi bana geri veriyor, bazen de bir hayalet gulumsemesi takiniyor o guzel yuzune. Fotografciliktan zerre anlamamamin odulu ve ortam aydinlatmasiyla/aydinligiyla bas edememin sonucu olarak kendimi Marilyn'le kose kapmaca oynarken buluyorum.


 
-Willy Rizzo (1962)-




-Simply Marilyn / Nahum Baron (1954)-




-Marilyn at Home / Nahum Baron (1956)-




-Marilyn at the Make Up Table, NYC / Sam Shaw (1955)-



-Marilyn & Arthur Miller, NYC / Sam Shaw (1956)-




-Marilyn at the Central Park Lunch Counter, NYC / Sam Shaw (1956)-



-Marilyn Monroe and Romantic Couple, Central Park / Sam Shaw (1957)-



-Marilyn in Roxbury, Connecticut / Sam Shaw (1957)-


 

-Marilyn in Roxbury, Connecticut / Sam Shaw (1957)-


 

 
-Marilyn at Roxbury, Connecticut / Sam Shaw (1957)-


Saclarinin boyali olmasina ragmen o sarisinligi dogal ve duru bulmamda, kendisinin Norma Jeane halleriyle sonradan tanismamin etkisini kestiremiyorum. Sanirim bakisinda, durusunda bir sadelik ve ictenlik var. Film setinde, o aklimiza kazinan en meshur sahnelerinde/pozlarinda fettan kadinla selamlasiyoruz zaman zaman ama yine de sonsuz bir masumiyet hissi uyandiriyor bu kadinin guzelligi bende. Hayatta pek az kadinin guzelliginden bu denli etkilendigimin farkina variyorum; gorselliginden etkilendigim kadin sayisi, guzelliginden etkilendiklerime kiyasla cok daha fazla.


Asagida en meshur halinden bir poz yer aliyor (ve diger fotograflarin yaninda bana zerre cekici gelmiyor). Bizim gozumuze gorunenin kayit altina alindigi noktada, bizim gormedigimiz onlarca kisinin varligini umursamaz bir tavir acaba hayatinin genelinde bir oyuncu oldugunu mu soyler? Bilemiyorum.


-Marilyn Monroe on the Set of "The Seven Year Itch" / Sam Shaw (1955)-


 

-The Seven Year Itch / Sam Shaw (1955)-

"This girl had something I hadn't seen since silent pictures. She had a kind of fantastic beauty like Gloria Swanson and she radiated sex like Jean Harlow. She didn't need a soundtrack to tell her story." Leon Shamroy


-Marilyn `Rodeo` straw hat from the back, Arizona / Milton H. Greene (1956)-




-Red Velvet Pose serisi / Tom Kelley (1949)-



-Norma Jeane / Bernard of Hollywood (1946)-


Ust kattaki salonlari tavaf ettikten sonra, cok sisplinli bir sekilde alt kata yoneliyorum. Alt katta "Marilyn Monroe" gorselinin kullanildigi yakin donem eserleri yer aliyor. Iki bolum/teknik arasindaki geciste Andy Warhol bize yardimci oluyor.



-Shot Orange Marilyn / Andy Warhol (1967)-


-Andy Warhol-

Eserlerin bir kisminda dogrudan MM fotograflari kullanilmis, kimisinde eski fotograflar deforme edilmis, kimisinde tutulu halleri desen halini almis, bir kisminda ise bastan resim edilmis. Varligiyla verdigi esin yetmemis, varligindan turetilen gorseller esin vermeye devam etmis.


-So Richtig, So Falsch / Sarah Schumann (1963)-



-Altri Giorni, Altri Giochi / Sarah Schumann (1963)-



-The Martyrdom of Marilyn Monroe / Alida Walsch (1973)-


-Marilyn – Mao / Philippe Halsman (1959)-

"Sometimes, I think it would be easier to avoid old age, to die young, but you'd never complete your life, would you? You'd never wholly know yourself." Marilyn Monroe



-Marilyn / Saskia de Boer (1977)-



-MM After Bert Stern / Deval J. J. (2004)-



-Sad movies make me cry / Gudmundur Erro (2001)-


-Geweih from MYTHOS Marilyn / Arnulf Rainer (2002)-


-Marilyn design with red background Mandala 1 / David Burke (2003)-

Alt kat ziyaretimi tamamladiktan sonra muzeyi kapatmak icin beni bekleyen gorevlinin yanina ulasiyorum, kendisi ozenle rulo haline getirdigi bir sergi afisiyle beni yolcu ediyor.

Sehri gobeginden gidiklayarak yuruyorum, istasyona dogru. Dondurmacilara halen ulasmamis cocuklar, deniz sefasini bitiremisler sanki. Belki de denizin bu ic topraklara ulasmasina daha mevsimler vardir.


18 Haziran 2012 Pazartesi

Ent


-tuna boyu entlerinden sakallı suratsız-


-çamurlu nehre karşı tüttürüyordu dalını-


17 Haziran 2012 Pazar

Bluesfest Ingolstadt


Pek Kıymetli G.A.'ya, "Blues candır," ittirmesiyle totomu yaymama engel olduğu için..

Geçtiğimiz yıl, Almanya'ya büyük göç öncesinde canım komşum A.B.S.Ç., Ingolstadt Blues Festivali'nin müjdesini vermişti. Burada bulunduğum sürede ancak tek bir konseri izleme şansım olmuştu. 9 Haziran biletime amorti bile vurmamış olsa da şansa yüklenmemek lazım, bir konser izleyebilmiştim (şansla arayı bozmayalım).

Münih'te yalnız olmak acıklı ise, Ingolstadt'ta yalnız olmak korkulu benim açımdan. Çünkü şehir bitiveriyor, yollar bitiveriyor, restoranlar bitiveriyor, kitaplar bitiveriyor.. Yağıştan bir türlü kurtulamayan şu haziran haftasında bana Ingolstadt'ta eşlik eden tek bir İspanyol kardeşimin olmaması ve çok okumalı bir evremde bulunmamam sebebiyle gelmeden önce yapmış olduğum "neler yapabilirim?" araştırmamda 23. Ingolstadt Blues Festivali ile karşılaşınca pek bir sevindim. Burada bulunacağım süre dahilinde 3 konser görünüyordu ve üçü de geçen seneki konseri de izlediğim Neue Welt'te düzenleniyordu. Verinays.

Şehre intikal ettigim pazar gününü Raw Materials sonrası bayılmak ve haftalardır uyuyamadığım uykuya kavuşmakla değerlendirdikten sonra, ptesi günümü optimum verimle geçirmek için çabaladım (gittikçe daha berbat bir dil konuşup yazmaktayım). Sabah tam iki otobüs vakti arasında tamamlayınca işlerimi, otobüse bir sonraki duraktan binme etkinlikleri çerçevesinde yarım saat yürüyüp 5. ve 7. durakların arasını koşarak parkuru tamamladım (6. durak üçgenin dik köşesinde; 7. Hipotenus Koşusu). İş çıkışı markette çikolatalar, abur cuburlar üzerime üzerime gelirken Karatay yiyeceklerimi (hepsi cam kavanozda olmayabilir tabi) ve yağmurdan nasibimi alıp hızlı bir akşam yemeği sonrası kendimi sokağa attım. 1 saatlik yürüyüşümün hemen ardından kostüm değiştirip soluğu Neue Welt'te aldim. Yürüyüş sonrası tembelliğe cok meyilliydim ama sevgili G.A.'nın özlü sözünü dikkate almayı başardım.

Tabi ki sosyal çekingen bir insan olduğum için doğruca bara yanaştım, bir tabureye tüneyip kimseyle muhattap olmamak namına (halbuki herkes heyecanla benim salona adım atmamı bekliyordu!). Lakin taburelerin hepsi `kapılmıştı`. Salonu süzdükten sonra 3 büyük, 1 küçük amca ile bir orta boy teyzenin konuşlandığı masaya yöneldim. Büyük amcalardan birisine yanındaki sandalyenin boş olup olmadığını sordum. Sandalyenin bana ait olduğunu ve beni bekledigini söyledi, büyük amca. Bu dakikadan sonra kendisi benim en sevdiğim büyük amcam oldu.



Salonda tahminen 60-70 kişilik bir izleyici kitlesi vardı veeee en gençleri bendim! Bu konserler süper, Ingolstadt genç ve ergenleri punk saçlarla sokakları arşınlarken, ben çoğu büyük amca ve teyzelerden oluşan bir grupla Chicago'nun bağrından kopup gelmiş Jim Kahr ve kankalarının konserinde en genç insan olabiliyorum (biletçi kızı saymıyorum, o salona girmeyip kitap okudu konser boyunca)! Ve nedense kalabalık ortamlara bireysel katılımımda hep amcaların, teyzelerin şeker dağıttığı hadiseleri tercih ediyorum.



Efendim, konser tam zamanında başladı. Salonun ses kalitesi enfesti. Müzik; sağır etmeyen, temiz, anlaşılır, sevilir bir netlik ve yükseklikteydi, konser boyunca. Kitlenin çoğunluğunun Audi çalışanı Alman'a-ecnebi kitlesi olduğu yönündeki tahminim, Jim amcanın "Haydi şimdi bütün eller havaya!" çağrısına %70'in üzerinde bir katılım sağlanması ile çürüdü. Her yaştan, her uyuzlukta ve sempatiklikte Alman insanının "Şimdi yüzüyoruz, şimdi kürekleri çekiyoruz!" sarkısı ve hareketlerine şevkle katıldıklarını deneyimlediğim October Fest ile sanırım artık bu ayrımı yapabiliyorum. Bir de bu insanların enerjisine hayran kaldım, şarkının başından sonuna kadar kendilerine verilen komutu uygulamaya devam ettiler ve `tempo tempo tempo!` dediler.



Jim Kahr'in sesi güzel, yorumu güzeldi. Ancak bana kalırsa, şarkıların genelinde ekibin uyumu ve müziği liriklerin ve vokalin önündeydi ve çok çok güzeldi. En cok basçı Willy Wagner eğlendi konser boyunca ve hakikaten enfes çaldı. Konserin ilk yarısı hareketli şarkıların hakimiyeti altındaydı. Acar muhabir olarak fotoğraf makinamı otelde unutmuş olmanın ezikliğini yaşadım, konser boyunca. Konser arasında sanatın ve sanatçının dostu olarak iki albüm edindim: Fişsiz albüm My Guitar and I Have Travelled ve canlı kayıt Back in Mannheim. Konseri takip eden karanlık Bavyera günümde bu albumler, mesai saatlerimi şenlendirdi. Bununla birlikte Rainy Night In Georgia şarkısı dünyanın en bayık şarkıları listesi için adaylarımdan biri olabilir. Ticari ilişki esnasında Jim Kahr, "How are you doing tonight?" sorusuyla 3+1 haftalık Amerika deneyimimde samimiyetsizlik kavramımı tırmalayan genel geçer hatır sormaca işlemiyle tüylerimi –çok fazla olmasa da- diken diken etti. Keşke "Alles gut!" deseydim, ah aaah!



Konserin ikinci yarısında tempo düştü, Alman seyircilerin elleri kolları dinlendi. Jim Kahr'ın izleyiciyle muhabbeti –ticari olmayan- çok tadındaydı. Uzamayan hikayeler, ortalama ve/veya üstü espiriler, kısa aralar. Konser başında (20.30), 23.00'te konseri bitirmeleri yönünde baştan uyarıldıklarını belirtmişti. Dakikalar kala Still Got the Blues'u çaldı (konserin geneli kendi şarkılarından oluşuyordu). Biste de bir şarkı daha çaldılar ve bize veda ettiler. Karatay kitabında henuz çok yol kat etmediğim için, beyaz biraları ve helles'i götürürken hiç vicdan azabı çekmedim.


**-**


Salı akşamı, öncesinde izlemeye son derece motive olduğum Lisa Doby konserine; klasik kapalı, rüzgarlı, yağmurlu ve soğuk bir Ingolstadt alşam bunalımı yaşadığım için gidemedim.


**-**


Perşembe akşamı, öğle yemeğinde zaman zaman kendimi şaşırtan nitelikte bir boş konuşma üstadına dönüştüğüm için, kıymetli Alman dostumuz M.H. eşlik etti bana, Oh My Darling konserinde. Tam kendi başıma etkinlik insanı olma yolunda emin adımlar atarken, "Aa, akşam sen de gelsene!" demiş bulunduğum için kişisel gelişim çalışmalarımı 24. festivale erteledim.


Oh My Darling, her biri farklı alemden gelmiş 4 süper hatunun grubu. "Acaba kabuslarımda kaçtığım bir Country deryasına mı düştüm?" korkusu konserin ilk dakikalarında yerini rahatlamaya bıraktı. Şarkılar, enstrümanlar, vokaller çok başarılıydı. Bir şarkıda tempo yavaşladıysa, diğerinde yeniden hızlandı.


Banjoyu bu kadar seveceğimi düşünmemiştim hiç. Kemanla birlikte muhteşem bir ses veriyorlarmış meğer. Yine basçı grubun en hareketlisi, en eğleneni oldu (Sevgili Marie-Joseé). Bacağına savaş aletiymişçesine bağlamış olduğu yayını kimi şarkılarda kuşanıp kontrbasından bambaşka sesler verdi.


Şarkıların kimi enstrümantaldi; çoğu İngilizce sözlü, bir kısmıysa Fransızca sözlüydü. Sanırım en çok "Bu şarkıyı gruba Allison getirdi," "Bu şarkıyı gruba.." sunumları hoşuma gitti. Hem grubuz, hem de hepimiz ayrı ayrı katkı koyabiliyoruz hali.


İki albümlerini edindim: In The Lonesome Hours ve Sweet Nostalgia. Her ikisi de güzel albümler, konserde çalınan şarkıların hemen hepsi var; anonim şarkılar dahil. Ama sahne performansları albüm kayıtlarının çok çok üstünde ve sahne halleri albüm fotolarına kıyasla çok daha içten ve samimi.


Tabi ki yine unuttum, fotoğraf makinamı götürmeyi.


12 Haziran 2012 Salı

Raw Materials



Pazar sabahi Munih kargalariyla birlikte kahvalti etmek uzere 08.30'da Munih havaalanina ayak bastim. Her zamanki gibi bando ve kirmizi hali yoktu. Umreci penguen teyzeler ve bidon bidon sulari da olmadigindan heyecandan uzak bir sabah oldu.

Kargalar cok aciktigi ve beni bekleyemedikleri icin sevgili M.O.'yi uyandirmak suretiyle kahvatimi bir insan evladiyla yapmayi daha hayirli buldum. Ayilma programinin ardindan bitmek bilmez yagmur altinda romantik yuruyusumuzden sonra havuz basi kafesinde, tam da Karatay'a uygun bir kahvalti yaptik (bir kasik baldan kim olmus?).

Son siralar sardiracak bir seyin eksikligini hissediyordum. Sigarayi birakmamin serefine yavaslayan metabolizmayi ve kuzen deyimiyle pudinglesen bedeni kalkindirma projesi olarak Y.D.'nin sagladigi ozet bilgi ile Karatay diyetine basladim. Boylece 2 yil once (3 mu oldu yoksa?) acili bir surecle diyetisyen kontrolunde gecen 2-3 ayim sonrasinda herkeslere "AAA! Kitaptan diyet mi olur? Herkesin bunyesi farkli!" diye cemkirirken; degil kitap, ozeti ile diyet yapan bir insan oldum. Ama bence basarili gidiyorum. 1 haftada tami tamina yarim kilo verdim! Munih oncesi "Adam olayim da bari kitabini okuyayim," dedim ve kitap edinip yanimda getirdim. Su anda tam olarak Karatay ile yatip kalkiyorum, yeni uyku oncesi kitabim yatagin bir kosesinde onu okumami bekliyor.

Neyse, efendim, kahvaltinin ardindan esyalarimi kusanip Ingolstadt trenine dogru yol aldim. 3 haftalik bu maceramizin ilk haftasini erenler kenti Ingolstadt'ta geciriyorum.

Esyalarimi yerlestirir yerlestirmez kendimi otelin kiyisinda oldugu yolun karsi tarafina attim. Sehir kucuk olunca 15 adimla muzeye gidilebiliyor. Museum fur Konkrete Kunst Ingolstadt'i ikinci ziyaretim bu, yeni sergi Raw Materials'i gormek icin bir saatim var (muze hafta ici ve hafta sonu 17.00'de kapaniyor, hafta ici gorme sansim yok gibi).

Muzeye girer girmez kendimi evimde gibi hissetmeye basladim. O daginiklik, o ortada yarim birakilip gidilmis malzemeler, kutular, rulolar ve hemen her luzumsuz gorunen nesneden turetilmis eserler bana evcagizimin guncel halini feci halde animsatti.

Yetkin fotografciligimin unutulmaz eserleri ile devam edeyim..


-Muzenin Girisi. Afisteki eser, sergide duvara yerlestirilmisti ve afisteki kadar guzel gorunmuyordu. Afis fotografini cekenin aydinlatmasi, muzenin aydinlatmasindan daha basarili.-



-Labirentte farecilik oynadim ancak peynirle karsilasmadim. (Apfel und Brot / Michael Beutler)-


-Gencligimde annemin biriktirmekte oldugum tuvalet kagidi ve kagit havlu rulolarina daha ilimli bir yaklasimi olsaydi, bugun Ingolstadt'ta Turkiye modern sanatinin bir temsilcisi olarak yer alacaktim. (Leergut Nr.2 / Beat Zoderer)-





-Bu ise bayildim. Munih sokaklarini dolduran, ticari (ticari arac bekleme yapma!), alacali bulacali canli "heykeller" yerine bu sadelikte eserler gorsem, yuruyuslerim nese dolardi. (One Minute Scuplture / Erwin Wurm)-





-Bu yerlestirmenin 1/25 olceklisini salonumda sergiliyorum, 1/30 olceklisini yatak odamda. Ev sahiplerim evin her yerinde tv bulunsun istemisler, o kablolar demetler halinde toz yakalayici olarak evimde bana fenaliklar gecirtiyor. Kablolarin yayildigi katlarda dolandim durdum, eser adina ve yaraticisina ulasamadim; muze gorevlisiyle Ingilizce anlasamadim.-

Mike Figgis'in 3 Minute Wonder: Carl Andre: "144 Magnesium Square" videosu enfes. En populer ve havali tartisma konularindan "modern sanat"i, Liverpool'daki bir yerlestirmeyi gozlemleyen kisiler uzerinden cok yipratmadan didikliyor. Izlerken kendi modern sanat algima sorular yonelttim, hepsine yanit alamadim. Gorsel haz ile eglence arasinda gidip geldi kisisel yanitlarim.





-Piril piril bir zeka urunu. Duvarda civi marifetiyle yazilmis The End  yazisi, yaninda ozdes urun yaratabilmek icin CD'si, kilavuzu ve malzemesiyle tam bir kit. Bayildim. (The End, DIY 1338 / Benjamin Sabatier)-



-Back in a Minute, muzenin 3 ayri yerinde 3 ayri yerlestirme olarak yer aliyordu. Orada isini yapan kimsenin kapiyi acmak, telefona cevap vermek, bir bardak su icmek icin ortamdan anlik uzaklastigini hissettiren bir "Cok fazla uzaklasmis olamaz!" serisi. Tabi ki muhtesem fotografimla bu hissi yansitamiyorum. Bir benzeri, mart ayi sonundan itibaren evimin koridorunda koruyucu ambalaja sarili bir sekilde duvara yaslanmis duran sayin S.U.'ya ait resim. (PROXY AFFAIRS (Back in a Minute #1) / Patrick Fabian Panetta)-

Peter Fischli ve David Weiss'in, Der Lauf der Dinge (The Way Things Go) videosunu, serginin sonuna biraktim. 30 dakikalik video'nun tamamina yakini izledim. Bende ilk uyanan cagrisim Honda Accord reklamini animsatmasiydi (animsatma bir cagrisim olabilir mi? bilemedim.). Sonradan ogrendim ki Fischli ve Weiss, Honda ile yasal munasebete girmis bu reklam sebebiyle. Reklam firmasi bazi kisimlarda videodaki hareketleri kullandigini kabul etmis, sonunda. The Way Things Go, yaklasik 100 ft uzunlugunda bir "macera"! Sivilar dokuluyor, tekerler donuyor, balonlar sisiyor, ayakkabilar yuruyor, pyro malzemeler patliyor ve eylem durmuyor. Filmin her saniyesinden zeka damliyor. Zeki ve eglenceli.
 

7 Haziran 2012 Perşembe

Mayıs Ayı Güzelleri

Sevgili Metis ajandama bakınca Mayıs ayında pek çok kitap okuduğumu görüyorum ama çoğu okurken verdiği hazdan fazlasını vermemiş. Nefes almadan okuma isteği duyduğum günler oldu arada, “Felaket Henry”lere tekrar tekrar güldüm ama sadece 4 kitaptan bahsetmek istiyorum.

Selçuk Demirel’in Alfabesi, alfabesinin güzel alengirli harfleri sayfaları tek tek öpüp koklama hissiyatı uyandırdı bende.




Helga Sevişiyor ile sahafta karşılaştık. Modern Sex Kılavuzu alt başlığı ile merakımı uyandırdı. Kitap 1967’de çekilen ve ismi sadece Helga olan, okullarda da eğitim amaçlı gösterilen bir filmin kitaba dökülmüş hali. Helga son derece edepli, ahlaklı, öğrenmeye açık bir genç kızımız. Sevgili eşiyle evlenmeden önce ve sonra cinsellik namına “öğrenmesi gereken” konuları kaynağından; doktorlar ve kliniklerden öğreniyor, eşiyle seminerlere katılıyor, her şeyi kitabına uygun yapıyor. İlk cinsel ilişkisinde canının yanması olasılığına karşın bekaretine hastanede bir operasyonla veda ediyor. Evliliklerinde güvenli bir birliktelik yakaladıklarını düşündükleri noktada çocuk sahibi olmaya karar veriyorlar ve hemen hamile kalıyor. Sonra da tabi ki doğum öncesi seminerlere katılıyor ve nur topu gibi bir evlat dünyaya getiriyor. Helga kitapta kesinlikle biyoloji öğreniyor ama seviştiğinden emin değilim. Kitabın son bölümünde bir sözlük bulunuyor, eşcinsellik cinsi bir sapıklık olarak tanımlanıyor. Helga gibi ahlaklı, edepli bir kızın dünyasında elele tutuşmak bile sapıklık olabilir pek tabi.



Masallar ve Toplumsal Cinsiyet, Melek Özlem Sezer’in kitabı; kendisinin kadın çalışmaları yüksek lisansı var. Kitabı öle bayıla okudum. Hiç farkında olmadığım göndermelerle tanıştığım, masalların farklı versiyonlarıyla rastlaştığım, hiç aklıma gelmeyen çözümlemelerin hayretle farkına vardığım kitap –bence- muhteşem. Bahsi geçen masalların kitabın sonunda verilmesi de çok güzel olmuş. Bununla birlikte hiç bilmediğim, duymadığım masallardan da haberdar oldum. Acaba annem bana çocukluğumda 3 masal fazla okumuş olsa şimdiye 3. çocuğumu doğurmuş olur muydum?

Türkiye topraklarında yetişmiş kel adamların en güzellerinden Deniz Cuylan’ın farkına Portecho ile varmıştım ama nasıl olduğunu hatırlamıyorum, bana kendi normalimde pek bir cıstak Portecho’yu nasıl beğendiğimi anımsamıyorum. Sadi Güran’a Bant Dergi vasıtasıyla hayran olmuştum. Senem Akçay ise çocukluğumda Salkım Sokak’tan komşum olmakla birlikte hiçbir zaman samimi olmadığım, yıllar sonra Bant Dergi’de karşılaşınca “aaa!” dediğim bir güzel kadın. Netame uzunca bir süre okunacak kitaplar listemde yer aldı da alınacaklara bir türlü ulaşamadı. Mayıs ayında sonunda kendisini edindim. Ancak sevgili  idefiks bana şaka yaptı; cd kitaptan birkaç gün geç ulaştı bana. İlk önce Deniz Cuylan'ın müziğini dinledim ve deee çok beğendim. Birkaç gün sonra müziğinin eşliğinde okudum, kitabı. Metinler arasında zaman zaman olası bütünden kopsamda Sadi Güran çizimleri beni müzikle yeniden bağladı. Arada sırada tekrar deneyimlemek isteyeceğim bir kaçış dünyası, Netame.