16 Ocak 2014 Perşembe

Bachfest Ankara

Bir süredir karşıma çıkan Bachfest Ankara logolarına nedense yüz vermemiştim. Sevgili Y.D. bir önceki gün arayıp da 14 Ocak akşamı festival kapamındaki ilk konsere davet edince az kalsın çok şey kaçıracağımın farkına vardım.

Açılış konuşmasında festivalin yıla yayılıp, her ay bir konserle dinleyiciyle buluşmayı planladığı; Ankara'nın AVM ve çok şeritli yollardan ibaret olmadığı ve sanat takipçisine hakettiği etkinliklerin sağlanmasının amaçlandığı aktarıldı. Organizasyonu düzenleyenlerin "bir grup Bach sever arkadaş" olduğu bilgisiyle konser başladı.

Açılışı, İzmir Barok Topluluğu ve Ingrid Seifert yaptılar. Topluluktan Bülent Oral, ara ara eserler ve enstrümanlar hakkında ufak bilgiler verdi, kendi adıma çok memnun oldum bu durumdan. Takip eden eserlerde Emma Kirkby'de sahne aldı ve sıcak, samimi konser devam etti. Bir viola da gamba'yı benzer bir yaylıdan ayırt etme yetisine bu konser sonunda ulaşamadım ama ilk defa canlı olarak bir klavsen dinlemekten çok hoşnut oldum. Bach haricinde birçok bestecinin de eserleri programa dahildi. Benim gibi klasik müzikle ılımlı ama mesafeli bir ilişki halinde olan dinleyicilerin de, konseri benim kadar beğendiklerini umut ediyorum.

Programın takip eden 3 konseri belli olmuş, ilki 9 Şubat'ta. Yine ODTÜ KKM'de mi, bilemiyorum; biletler için adres gösterilen Biletix'te henüz biletler satışta görünmüyor. Festival konserlerini takip etmeye meyilliyiz, umudumuz diğer konserlerin de ilki kadar güzel olması yönünde.


-yine fotoğrafta üstün yeteneğimi konuşturmuşum-

Bir de, bir de 17 Şubat'ta Karsu geliyormuş, ODTÜ KKM'ye. Geçtiğimiz sene, pek bayılmıştık Karsu'ya; bu sene de koşarak gideceğiz izlemeye.

5 Ocak 2014 Pazar

Özet


japon elması'na niyet ettiğimden bu yana en tembel yılımı geçirmişim. Bir o kadar da sevimsiz bir yıldı, kendimi suçlamaktan çok uzağım bu sevimsizlikte oturup iki satır yazmaya erindiğim için. Yılbaşı bağımlılığım için bile bu sene heyecan duyamadım ama yine de yeni yıl için umut besleme hayalperestliğimden eksik kalmadım, 2014'ün çok daha güzel bir yıl olacağına inanıyorum.

Hayatıma güzel insanlar girdi, hayatımdan güzel insanlar çıktı, güzel yerler gördüm, güzel şeyler yaşadım. Tüm olumsuzluk ve kayıplara rağmen hakkını vermeye çalışayım geçen senemin.

Okumalar:
2012'deki efsane 20.000 sayfa mertebesine ulaşamamış olsam da, epey güzel ve fena olmayan kitaplar okudum bu sene. umag ve Mehmet Eroğlu hocam sağolsun, yıllar önce ıskalamamam gereken birtakım güzel kitaplar okudum, enfes yazarlarla tanıştım. Seminerlerin devamını getirmedim ama katılım sağladığım dönemler ve tanıştığım yazarlar için mutlu hissediyorum. Seminerlere veda edince -ki iş ve kaçınılmaz kişisel sebeplerle zaman ayıramadığım için zorunlu bir vedaydı bu, hakkını veremeden katılım sağlamanın manasızlığına olan inancım sebebiyle- dersleri bitmiş kuduruk öğrenci heyecanıyla şımarık kitap sardırmalarım oldu. Haziran başında olaylar patlak verince ve hayata bağlılığım sarsılınca, mart başında terki diyar eyleyen güllaç sonrası toparlamayı çok da başaramadığım okuma alışkanlıklarım iyice sekteye uğradı. Sonra hayat bana yeniden göz kırptı. Şükür.

Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı / Romain Gary, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok / Erich Maria Remarque ve İskenderiye Dörtlüsü (Justine, Balthazar, Mountolive, Clea) / Lawrence Durrell seminer vesilesiyle okuduğum / tanıştığım kitap ve yazarlar oldular. 

Romain Gary'nin kitabı saplantılı annenin elinde büyüyen, büyüyemeyen, yazarın -bence- fantastik otobiyografik kitabı. Günümüz proje çocuklarının statü simgesi hedeflerine tükürürcesine hayatta saygınlık hedefine yönelen annenin yavrusuna ve bir yerden sonra yavrusunun anne ve hayata yaptıklarının resmi geçidi. Romain Gary / Emile Ajar oyununu öğrenince daha da hayranlık duyduğum hayattan bir kesit, uzunca bir kesit. Yılın ilerleyen zamanlarında, bir miktar Romain Gary kurcalaması sonrası öğrendiğim ve kitaplığımda okunmamış 100 küsür kitap arasında beni bekleyen Diana / Carlos Fuentes ile buluştum. Sanırım, Fuentes'ten okuduğum ilk gerçeküstü olmayan hikaye, üstüne üstlük gerçek üstüne kurgu cilalı, bu romanın hikayesi oldu. Jean Seberg, ne şanslı bir kadınmış ki hem Gary hem de Fuentes ile karşılaşmış, ne hisli bir varlıkmış ki güzel ve korkunç bir dolu şey yaşamış bu adamlarla.

2013 okuma ve seyirlerimin çoğunluğu 2. Dünya Savaşı'na tekabül etmekle birlikte, Remarque'ın kitabı  1. Dünya Savaşı'nın korkunçluğunu en süssüz, en gerçekçi haliyle yüzüme yüzüme vurdu. 

İskenderiye Dörtlüsü, bambaşka bir dünyayla karşılaştırdı beni. Aynı dünyayı farklı gözlerden okudum seri boyunca. Aşk, etnisite, siyaset, insanlık birbirine girdi. Sarhoş ve mutlu ayrıldım kitaplardan. Avignon Beşlisi'ni kendime -kimbilir ne zamana- ödev yazdım.

Canım ciğerim Y.D.'nin seminerin geçmiş dönemlerinde tanışıp beni tanıştırdığı Büyük Yolculuk / Jorge Semprun, yutkuna yutkuna okuduğum bir başka 2. Dünya Savaşı kitabı oldu. "2. Dünya Savaşı"nı öğretilmiş harflerle Büyük Büyük yazmak ölen, deneyimleyen kimselere saygı mı, saygısızlık mı kestiremiyorum an itibariyle.

Yeryüzünde Yedi İz / Ara Güler ile ilişkim tam bir şapşallık hikayesi. Yanılmıyorsam, 2009 yazında Cunda'da, Sevim & Necdet Kent Kitaplığı'nda Seven Landmarks on Earth olarak İngilizce baskısında okumaya başlayıp bitiremediğim kitabı nedense Türkçe adıyla hiç aramamıştım. Bu sene Türkçe baskısıyla karşılaşıp kitapla kavuşunca arada geçen samana acıdım. Fotoğraflar, evet, çok güzeller ama Ara Güler'in yazdıkları da en az fotoğrafları kadar güzel. William Saroyan bölümünde, Ara Güler'in babasıyla Şebinkarahisar'ın Yaycı köyüne yaptığı seyahatin hikayesini sanırım yıllar ilerledikçe kendimi okumaktan alamayacağım.

2012 ödevimi, 2013'te tamamlayabildim; İnce Memed'in 3 ve 4. kitaplarını geçen sene içerisinde okudum. 4. cilde başlamadan önce hasbel kader okuduğum "okunması en zor cilt" yorumunun etkisinde ilk etapta emeklediysem de, sonrasında koştura koştura vedalaştım İnce Memed'le. Okuma sürecinde zaman zaman "Jandarma onurlu yaşa, simit sat!" diyen bir takım sesler çalındı kulağıma. Erkin kendisini "ak" göstermek için Memed'i önce kötü, sonra iyi, sonra kötü, sonra.. göstermesi pek tanıdık geldi. Bu bir öngörü müdür, tekerrür müdür emin olamadım.

Aslı Erdoğan bu sene endişelendirdi, yazılan bir dolu yazıyla kuşkulu duruşa çekilmeye çalışıldı. Ne olup ne bittiğini bilmem, kestirmem mümkün değil ama Bir Yolculuk Ne Zaman Biter'i bu sene okuyabildim ve yine çok deli hayran oldum algı ve aktarma yeteneğine. İyi olsun, benimle olsun.

The Hundred Year Old Man Who Climbed Out Of The Window and Disappeared / Jonas Jonasson, bir havaalanı kitabı olmasına rağmen beni çok eğlendirdi, bir şeyler de öğretti. Sanırım Türkçe'ye de çevrildi. Apolitik "maceraya düşen" hikayesi.

2013'te tek Joyce Carol Oates kitabı okumuşum, Kara Su. Sanırım "hık" dese ölüp gideceğim bir yazar kendisi. 21 Ocak'ta yeni kitabı yayınlanacakmış. Onu edinene kadar kitaplığımda bana göz kırpan A Fair Maiden'ı okumalıyım. Pek sevgili Ü.O.'ya az emrivaki yaptığım ziyarette kitaplığında gördüğüm Oates kitapları beni mutlu etti. Sevdiğim insanların kitaplıklarında sevdiğim yazar ve kitapları görmek beni mutlu ediyor. Gerçekten.

Bir rakı balık akşamını bitirirken canım tollim bagajından Muhsin Akgün'ün Söz ve Müzik'ini çıkarttı, yaz sona ererken. Çok ama çok mutlu oldum. Kitabı okurken ayrı bir mutlu oldum. 

Canım arkadaşım A.B.S.Ç. bana "Bir Fıstık Kitabı" almış, antika pazarından. İlaç gibi geldi.

Osman Şahin'in Ölüm Oyunları'nı bir Barış Bıçakçı kitabında -hatırlamıyorum hangisi olduğunu- not almışım. İyi ki de almışım. Başka başka, dönem dönem yazarlardan okuduğum Anadolu, çoklukla yörük hikayelerini enfes yalın bir dilden okuma şansı buldum.

Sağlığında bilmediklerimden Onat Kutlar'ın Yeter ki Kararmasın'ı, geçen senenin "iyi ki okumuşum"larından. Tahsin Yücel'in Yazın, Gene Yazın'ı ise, kendisinin öğrencisi olmaya olan arzumu yalanlamadı, pek çok güzel şey kattı bana.

Ve kurtarıcım çocuk kitapları:

Kaborüko ile hayatıma renk veren Görkem Yeltan'ın Buyaka Çocuk Evi serisi beni bulunduğum anlardan çok daha güzel yer ve anlara sürükledi. 

Dedem Bir Kiraz Ağacı içime içime işledi. Halen orada.

İyi Geceler, Julia / Carles Sala i Vila, umut kitabı. Acıyla, kayıpla baş edebilen enfes kitap.

Şarkı Söyle Luna / Paule du Bouchet, epeydir kitaplığımda beni beklemekteydi. Can Yayınları 10 yaş üzeri için kitabı uygun bulmuş olsa da ben 10 yaşımda bu denli acı içeren bir kitapla karşılaşmak istemezdim, ilkokulda öğretmenime gidip "Kemalettin Tuğcu kitapları beni çok üzüyor, onları çıkartalım mı?" diye sınıf kitaplığından Tuğcu kitaplarını çıkarttırmış birisi olaraktan. Enfes kitap, yine 2. Dünya Savaşı. En enfes yanı, Luna'nın binbir darbeye rağmen ırk/milliyet ayrımından uzak durarak insanlığa yönelmesi; ailesinin, ırkının, kendisinin zulüme maruz kalmasına rağmen.

Balık / Laura S. Matthews, yılın kapanışını yaptığım kitap. Y.D.'nin Bir Dolap Kitap'ın güzel listesinden kapıp geldiği kitaplardan. Günışığı, yaş kısıtı yapmamış kitap için ama yapsa iyi olurmuş. Okurken oluşan hissiyatım, Y.D.'nin yavrusuna kitabı okuma macerasını aktarmasıyla desteklendi. Kitap enfes ama yavruları, kolsuz bacaksız çocuklarla tanıştırmak için küçük yaşlar erken olabilir. Belki de zamanıdır ama biz yetişkinler buna hazır değilizdir, emin değilim.

Sergiler/Müzeler:
Almanya ve ilintili Avrupa maceramın sona ermesiyle çok daha az sergi ve müzeye yüz sürebildim geçen senede. Yine de geçmiş maceramın bende "görme" arzusunu oluşturmuş olmasından dolayı şanslıyım.

Sene boyunca gördüğüm en güzel sergi, sene açılış sergim oldu: Gerçek Kötüler Sanat Kolektifi / Bizzat Ben Kendim - Bir İkilem Olarak Ben. Cermodern sene boyunca hayal kırıklıklarına (1, 2, 3!) ev sahipliği yaptı, arada çok istememe rağmen -sanki Ankara müthiş bir sanat çılgınlığındaymış gibi- kaçırdığım sergi oldu. Munch sebepli ziyaretin güzel süprizi Eye Wonder oldu ki, iyi ki oldu. Cermodern'de güzel işler görme umudum bu vesileyle halen sağ. 

Kısacık Brüksel seyahatimde Museum of Ancient Art'ta hasbelkader gördüğüm Jan Farbre / Chapters I-XVIII Waxes and Bronzes sergisi oldukça eğlendiriciydi.

Louvre'de tüm insan ve eser kalabalığına rağmen güzel eserler görmüş olmama rağmen, Orsay'a bayıldım. Delacroix müzesi içimde kaldı.

Sonunda İstanbul Modern'e gidebildim. Koleksiyon'a bayıldım. Erol Akyavaş'ta bayıldım. Yakın Menzil'de kendime geldim.

Sinema:
Geçen senede çok sayıda güzel film izledim. Pek çoğu yine geçmiş senelerde çekilmişti. Ama güzellerdi, hep güzel olacaklar.

Amour / Michael Haneke (Anlatmaya çalışmak saygısızlık olur.)
Pina / Wim Wenders (İlk izleme girişimimin başarısızlığa ulaştığı gün ağlaya ağlaya 1 saat yağmurda yürümüştüm, şemsiyeye rağmen sırılsıklam. İzlerken o sevimsiz anıyı yitirdim.)
The Ides of March / George Clooney
Parada / Srdan Dragojevic
Sen Aydınlatırsın Geceyi / Onur Ünlü (Ü.O.'ya saygılarımla)
The Man From Earth / Richard Schenkman
Before Midnight / Richard Linklater (Biraz filmin güzelliği ama daha çok ilk ve ikinci filmin sevgisi uğruna)
Beginners / Mike Mills
Cul-de-sac / Roman Polanski
Rushmore / Wes Anderson
Hala / Veysel Akşahin
Evren'in Sonu / Eli Kasavi (Havuzdaki dans sahnesi hatırına)

Konser:
Karsu Trio konseri, senenin ilk aylarında vuku bulmuş olmasına rağmen sene boyunca üzerine üfleyebilen pek bir etkinlikte yerimi alamadım. Karsu yine gelsin.

Belle & Sebastian'ı daha önce duymuş gibi hissetsem de emin olamıyorum an itibariyle (Tuborg Gold etkisi). Konser öncesi check-in sırasında karşılaşmak olsun, konserde enfes zaman geçirmek olsun, tesadüfle birlikte konaklamak olsun tatlılıklarına kanaat getirme fırsatına sahip olduğum alçakgönüllü grup. Yine gelsinler, yine uzaklaşalım. Olmadı biz gidelim.
Zerre ilişki kuramadığım -ki benim atılmamla gitmiş bulunduğumuz -Beady Belle konseri sonrası şımarıklığım sonrası arz-ı endam eyleyip sonunu göremediğimiz Ceylan Ertem konserini atlayamam. Albümlerinden on kat güzel söylüyor sahnede hatun.

Bir de bir türlü konserine gidemediğim Korhan Futacı ve Kara Orkestra var. Senenin duyduğum en güzel yorumu olabilir, Ben Gene Sana Vurgunum.

Tiyatro:
Çok az oyun izledim bu sene. Çoğu da epey fenaydı. Ama en fenası -öyle böyle fena değil- Wolfgang Brochert diye koşa koşa gidip, kaçmak için azarla perde arasını beklediğim Kapıların Dışında oldu. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun Kral Lear'i çok güzeldi. Genco Erkal, sağolsun, Kerem Gibi'de ağlattı da ağlattı.

Bale:
Bu sene Y.D. sağolsun, bale girdi hayatıma. Sene boyunca 3 gösteri izleyebildim, ADOB'un Zorba'sını pek beğendim. Kişisel -kör topal- beğenimin oluşması için daha çok yolum var.

----**----

Şimdi böyle listeleyince çok da fena görünmedi geçen sene gözüme.

Güzel geçsin yeni yılımız, yıllarımız.