25 Eylül 2010 Cumartesi

Pastoral Bayram

Bu sene yaza geç başladığımı hissettiğim için elimden geldiğince yazı uzatma isteği içerisindeydim ama denize girebileceğim Ramazan Bayramı’nı 2 yıldır görmediğim babannemi görerek değerlendirmek istedim, sevgili kız kardeşim de aynı arzusunu anacığıma bildirmiş, aile boyu pek güzel bir bayram geçirdik.

Kuzenlerimiz de biz gidiyoruz diye köye ziyaret vakitlerini bize göre ayarladılar; babannem, çocukları, torunları ve bir de torun çocuğu eşek sıpası kocaman aile birlikteliği yaşadık, enfes oldu.

Saatlerin, vasıtaların, kostümlerin, hırsların, zorunlulukların olmadığı yer köy. Babama ve ablama dediğim gibi, bir de şort giysem enfes olacak yer. Gitmeden önce ailemden bana mukayet olmalarını istemiştim ama çatlayana kadar pişi yedim, pişman değilim!

Kız kardeşim ve benden başka köye gelen giden bir hayli azalmış gibi geldi bana. Emmimler ve biz babannemdeydik, halama kuzenler gelmişti. Bunun dışında bir de babamın teyze oğlu ve teyze torunlarını gördük bayram vesilesiye. Eskiden daha fazla ev gezerdik, daha fazla baklava ve yoğurt –köyde bayram ziyaretinde ortaya sini konur, üzerine baklava ve yoğurt getirilir- tüketirdik. Babamın teyzesi vefat etti, dayısı İzmir’e kızının yanına gitti, halası Ankara’da.. El öpecek büyüğümüz azaldı.

Bayram sabahı; bayram namazını kılarken ahali, annemle bahçelerde yürüyüş yaptık. İkinci sabah aile boyu yola döküldük; böğürtlenler, palamutlar, üzümler, pembe domatesler taklalar attı yol boyu bizimle.

Bana kusursuz bayram oldu, babannemin de mutlu olduğundan eminim.


-bubam bize ceviz toplarken-



-bağımızda kavaklar-




-bağda gün batımı-
-babannemin mutfağında hastası olduğum dolap. babannem eskisi gibi ekmekevinde ekmek yapamıyormuş, köye gelirken aldığımız pideler üzerinde-



-babannemin evinin arkasındaki bahçenin girişi. buraya neden kapı numarası verildiğine dair en ufak bir fikrim yok.-



-bayram sabahı evin arka bahçesinden topladığım domatesler (ya da toplamamın ardından tükettiklerimden geriye kalanlar)-


-bence bu lahana değil etobur bitki-



-gözünü sevdiğimin böğürtlenleri-



-bebeyken atkestanelerini çivilerle kavuşturup bebek yapardım, palamutları ıska geçmişim-


-halam bu bağı yeni edinmiş. pek güzeldi-

Kelebekler Vadisi

Ağustos ayının ilk haftasını Kelebekler Vadisi’nde geçirdim, birkaç arkadaşım ve tatil vesilesiyle yeni tanıştığım bir grup güzel insanla birlikte. Sakin ve kafa yormayan bir tatil arzusu içerisindeydim. Tatilin geneli de böyle ilerledi ancak son gününde canım sıkıldı, bu sıkıntım da bir süre devam etti. Bundan kelli yazmaya erindim. Ama yine de birkaç şey aktararak sevimsiz sonun üstesinden geldiğim, neşeyle andığım bir tatil olsun istedim.

Yola çıkmadan önce okuduğumuz yorumlarda eğer dövmemiz yoksa ortamda kendimizi yabancı hissedeceğimizden bahsediliyordu. Hemen hepimiz neremize, ne dövme yaptıracağımızı konuştuk tatil boyunca. Ancak dövmelerden daha fazla dikkatimizi çeken şey erkek çatalları oldu. Çalışan ve müdavimlerin erkek topluluğundan çatalını görmediğimiz adam kalmadı. Öyle ki yüz yıl çatal görmesem hafızama kazınanların anısıyla eksikliğini hissetmem.

Son derece sporcu bir ekiple birlikte orada olmam, tatil dönüşü göbek katmanlarımda eksilmeye yol açmadıysa da 1-2 kilocuktan arındım. Son derece sağlıklı beslendim. Genel tatil tüketim eğrilerimle kıyasladığımda son derece az alkol tükettim, her gün sabahın köründe bir aktiviteyle ayıldım, sebze yemeklerine doydum, bol bol yüzdüm, tırmandım ve yürüdüm. Ha bir de marsık gibi yandım.

Her gün gelen tatilci tekneleri hem kalabalık ve gürültü yapıyor hem de artlarında köpüklü deniz bırakıyordu. Anormal sıcak bir haftaya denk geldiğimiz için, tekneler uzaklaşıp dalgalar köpükleri açıklara sürükledikten sonra gün bitimine yakın saatlerde denize girmeyi tercih ettik.

Vadi tepesine –Faralya Köyü- ve Kabak Koyu’na yürüyüşler enfes oldu. En sevdiğim tatil etkinliklerimden ağaçtan incir toplayıp yeme eylemini bu yürüyüşlerde gerçekleştirebildim. Kaktüs meyvelerini toplamayı beceremedim ama babacığım sağolsun, 30 Ağustos Zafer ve Yazlıktaki Aileyi Ziyaret Etme Bayramı’nda bana kaktüs yedirdi.

Daha önce vadiyi defalarca ziyaret etmiş arkadaşlarımın “En kalabalık vaktinde gidiyorsun, mayıs veya eylülde gitmelisin,” yorumlarına hak verdim. Kalabalık vaktinde ne fazla 3-4 gün kalınmalıymış. Tenha, sakin vaktinde yine gider miyim, bilemiyorum.

Muhteşem fotoğrafçılık yeteneğimden enstantanelerle huzurlarınızdan ayrılıyorum.
-bu ne olduğunu anlayamadığım plastik deniz yaratığından birkaç adedini işletme sahipleri misafir çocuklar üstünde tepişsinler diye sahile salmışlar. şu yaşımda çekindiğim yaratıkla o yaşta oynamak istemezdim tahminen-
-"rock bar" isimli, gece yattıktan sonra çadırımıza müzik sesi ulaştırmayı beceren mekanın az ilerisinde hüsranla sonuçlanan bir sabahın körü balık tutma macerasında çekilmiş bu fotoğrafta azimli balıkçı (!) arkadaşlarımın uğraşlarına eşlik eden yoğun sidik kokusuna vesile olan "barda içerim, kayalığa işerim" gençliğini sevgiyle anıyorum-
-Kabak Koyu'nda suyun daha temiz olma olasılığına dair merakım, orada da büyük köpük kitleleriyle kucaklaşmamızla son buldu ancak denizin renginin daha çekici olduğunu inkar edemem-




-vadinin tepesinde Faralya Köyü-vadi sınırından bu foto. Faralya'daki pansiyonlarda, otelciklerde 1-2 gün kalmak enfes olabilir-


-hayatımda yediğim en leziz şeylerden biri mi, yoksa en lezizi mi karar veremedim henüz. kokusu bile başımı ağrıtan adaçayı nasıl güzel gitmişti yengeçle! bir de zencefilli ve soya soslu kalamar vardı ki yanında, tatilimin en güzel anlarına vesile oldular-

-gün batımından eğik kare, dikdörtgen de olabilir-


-ulu capoeira topluluğu, enfes şarkılarını söylerken-

21 Eylül 2010 Salı

Ofis Mobilyaları - 2

Simitçi Geyşa

Boynu bükük geyşa hanım, tepsi kılıklı başının üzerine yerleştireceği simitleri satmak suretiyle aile ekonomisine katkı sağlayabilir. Ataerkil toplumda beğeni toplayacağını tahmin ettiğimiz ezik, cefakâr bu modelin abisi sessiz uşak olarak giysi odalarında yerini çoktan aldı. Geyşanın simit dükkânlarına lansmanı 2010-2011 öğretim yılı açılışına yetiştirilmeye çalışılıyor.
-bey ne derse o olur-

-başımı eğerim, simidimi satarım-

Ekonomik Kafa Okul Çocuğu

Yeni eğitim-öğretim yılında mutsuz çocukların hayal arkadaşlarının vücut bulması için hazırlanan bu modellerde beyaz yakalı okul formaları retro bir yaklaşımla anılıyor. Hayal arkadaşının cinsiyet seçimi bir kalem kapağı değişikliği ile yapılabiliyor.


-kız çocuğu, insan çocuğuna kollarını açmış-


-oğlan çocuğu uçmaya hazırlanıyor-

5 Eylül 2010 Pazar

A la Belcik

Brüksel’le ilgili yazmak istediğim bazı şeyler vardı.

1. Gün:
Pazar sabahı indiğim in cin top oynayan şehirde gözlerimi açmaya çalışıp otelimi ararken bana yol soran gençler ne denli halk tipi olduğumu bir kez daha anımsattı bana. İlginçtir ki sordukları yeri tarif edebildim.

Uzun dolaşmalar sonunda Pazar öğle saatlerinde açık bulabildiğim tek kahve satan yer olan Yunan lokantasında zar zor anlaştığım amca bana espresso verdi ve yanında kurabiyecik ikram etti. Kısacık ziyaretim boyunca adam gibi bir kahve içemedim. Katılmak üzere gittiğim toplantıyı düzenleyen kurum sabahları kısa süreliğine kahve ikram ediyordu, sonra apar topar kaldırıyordu kahve makinalarını. Sonradan yakın mesafede kahve alabileceğim bir yer buldum ama pek de memnun kalmadım.

Tabi başka açık yerler varmış, mesela kaldığım otelin yakınındaki Türk mahallesinde etliekmekten Karadeniz pidesine kadar her türlü yağlı, hamurlu, kebaplı çözüm bulunmaktaydı. Ben şansımı kapısının önünde oturabileceğim bir kafeden yana kullandım. Kendileri saat 16.00 itibariyle yemek yayını kestikleri için şarabımın yanında çantamdan çıkan zor günlerin sadık dostu Etiform bana eşlik etti. Frankofon bir öğleden sonra geçirmeyi arzu etmiş olsam da kafede oturduğum sürece sokak çalgıcısı beyefendiden birkaç kez “no women no cry” dinlemek durumunda kaldım.

Süper uykusuzluk sonrası, “Ah Avrupa sanatı!” diye gittiğim şehrin her yerinde yüzüme yüzüme bağıran “Brussels Non European Art Fair” flamaları ve Brüksellilerin “Avrupa Dışı = Japonya + Afrika” yaklaşımları uykumu sevimsizce açmama yardımcı oldu. Hemen her galeride çok benzerlerini gördüğüm o maskeler olmasaydı, halim nice olurdu?

Oryante olmakta zorlandım. Haritayla uzun uzun bakıştık, ona yakın olmak için yaptığım hemen her hamle alakasız bir yerde sonlandı. Neşeli ve renkli modern sanat eserleriyle dolu bir galeride bana yardımcı olan tonton amca haritayı, bulunduğumuz noktayı ve beni kişisel uzayıma yerleştirmeyi başardı, sonrasını kazasız belasız hallettim. Ama niyet ettiğim müzeleri bulamadım, bulduklarıma da niyet etmedim.

-ıssız pazar gününde ufukta numune insan silüetleri-

Yalnız başıma gezememe özürüm Brüksel’de de nüksetti. Yorgunluk ve uykusuzluğumu bahane ederek gitmeyi planladığım birkaç yer ve etkinliği uykuya sattım. Ben uyudum uyandım hava kararmadı, uyudum uyandım kararmadı o hava. Ah o hava..

2. Gün:
Kahvaltıda aynı otelde kaldığım aynı toplantıya katılacağım kişilerle karşılaştım ancak kendileri sebebini çözemediğim bir acelecilikle benim kahvaltımı bitirmemi beklemeden toplantı mekânına ışınlandılar. Önümde zorlu bir yol vardı, ben hem tek başıma metroya (Microsoft yer altı treni dememi öneriyor ama öyle çok sevimli, ürkütücülüğünü yitiriyor) bineceğim hem de üzerine bir de arada hat değiştireceğim! Metin olmaya çalışsam da ürkek halim resepsiyondaki Afyon Elmadağlı gence etki etti, onun tarifiyle bir sonraki duraktan binerek alete hat değiştirmeksizin toplantı mekânına ulaştım.

Toplantıya girmeden arkadaşlarımın arkadaşlarıyla tanıştım (dünya üzerindeki bir kişiyle 6 kişi üzerinden mi tanış oluyorduk, 8 kişi üzerinden mi?), toplantısal görüşmeler haricinde de zamanı onlarla geçirdim. Öğle arasında yemeklerimizi alıp gittiğimiz parkın cami dibine konuşlanmış olması henüz hissetmeye başlamadığım memleket özleminin hiç oluşmamasına sebep oldu. Türkiye’den bir kurumun toplantı çıkışı düzenlediği kokteylde yediğimiz mercimekliler ve kadınbudu köftelerle zaman - mekan algım temelinden sarsıldı.

Kokteyl çıkışı otele uğramak üzere yöneldiğimiz metroda yangın çıkmış olması, taksilerin durmaya tenezzül etmemesi ayaklarımda derin bir acıya sebep oldu. Bu acının hepi topu yarım saatte vuku bulması, bu şehrin merkezi bölgelerini gezmek için ihtiyacım olan tek şeyin rahat pabuçlar olduğunu öğretti bana (topuklu pabuçlarla olan ilişkimi gelecekte irdeleyebileceğim gibi irdelemeksizin sevgi dolu acılı ilişkime devam da edebilirim).

Düztabana geçiş sonrası kararmak bilmez gecede benim ½ Pazar günü boyunca dolaşıp teğet dahi geçmediğim Grand Place bölgesinde dolaştık. İşeyen heykel çocuk (Bir gün bir gün bir çooocuk, oraya buraya işiyormuş. Onun peşini temizlemekten bıkan talihsiz anası “Eşek sıpası, bıktım senin sidiğinden [bu noktada Microsoft beni sözcüğün “argo veya kaba” olduğu hususunda uyarıyor, hâlbuki TDK hiç bundan bahsetmiyor], kör olmayasıca! Aziz Petro’ya (?) adak adadım bir daha oraya buraya işersen seni taş edecek, ben de 4 çileğe bir kepçe çikolata döküp 5 avrodan satıp paraya para demeyeceğim, ooh, sefam olsun demiş..) miniminicikmiş. Oysa küçüklüğümde tahminen Doğan Kardeş’te gördüğüm fotoğrafında daha çocuk boyutlu gelmişti bana. Algı işte, sağı solu belli olmuyor.
-miniminiciiik, miniminiciiik, miniminiminiminiminiminiciiiik-

Mercimeklileri eritecek kadar yürüdükten sonra oturduğumuz bir lokantada meşhur Brüksel midyesi Mussels ile tanıştım. Geçtiğimiz yıllarda geliştirmeye çabaladığım tiksinmeden yiyebilme yeteneğimin çok faydasını gördüm. Yüzlerce kez kullanılmış hijyen harikası tencerede gelen midye son derece lezzetli, bir o kadar da doyuruculuktan uzaktı. Eğer çok aç, yok yok, normal açlıkta otursaydım tencerenin başına ıcık cıcık uğraşırken midyelerle açlıktan bayılabilir, bayılmayıp sonuna kadar yemeyi başardığımda ise doymadığım için ağlayabilirdim. Bazen tokken yemek de faydalı olabiliyor.
-gözünü sevdiğimin midyeleri-

3. Gün:
Otel odalarına tez zamanda yayılma, uzun uzun toplanma becerisinde olduğum için mutlu değilim. Toplanma sonrası beni bekleyenlerin yanına hep vaktinde ulaşıyorum ancak bunun için gün aydınlanmadan uyanmam gerekiyor.

Toplantının 2. gününde öğle arasında bir İtalyan restoranında pizza yedik. Dışarıdan bakıldığında 2-3 masalı bir yermiş gibi görünen mekânın iç kısmına girince kendimi Balgat - Emek hattında pideci / kebapçı kuşağından geçer gibi hissettim. Çeşitli bakanlıklara mensup çalışanların yerini alan Avrupa Birliği Komisyonu çalışanları hınca hınç doldurdukları restoranda, boyunlarında kimlikleriyle, kaşarlı-kuşbaşılı pide yerine pizza tüketmekteydiler. Yarasın.


-sağdaki bayan gördüğüm en şık brüksel sakini-

Toplantı çıkışında koştura koştura sivil kostümlerimizi giyerek çeşitli hediye işlerimizi hallettik. Şehirde insanların dolaştığı, mağazaların açık olduğu bir zaman dilimi mevutmuş meğer ve biz onu ucundan da olsa yakalayabildik. Sonrasında milyon çeşit bira satan biracı Delirium'a ulaşıp Löwenbrau isteyip beyaz şarap servis edilmesinin ardından çok da yenilikçi olmayan bir bira ile hayatıma devam ettim. Seyahat sonrası da görüşmekten kendimi alıkoyamadığım sevgili arkadaşım ö.k.’yı (29) yeşil bira içme cesareti gösterdiği için bir kez daha kutluyorum.


-içme dedim, dinlemedi-


Mantıklı bir bilet seçiminin kurbanı olarak 3. gecede, kendisinden çok da bir şey anlamadığım Brüksel’den ayrılmamız gerekiyordu. Pasaport kontrol sonrası saat 20.30-21.00 sularında ulaşmış olduğumuz dış hatlar terminalinde tek bir dükkânın açık olmaması her daim aç bünyemi yıprattı. Kepenkleri indirmiş, temizliği devam eden bir büfeden yalvar yakar bir sandviç aldım. Uçağa biner binmez tüm bağrış çağrış çocuklara rağmen kısa sürede uyumayı başardım, hava halen aydınlıktı.


-havaalanında tanıştığım geridönüşüm çetesi, onlar da kalacakları başka yer olmadığı için oradalarmış-

Evo Gelin

Malzemeler:
Alt Hamur için:
►3 + su bardağı un
►3 yumurta (beyazı)
►1 paket kabartma tozu
►1 yk margarin
►½ sb ayçiçek yağı
►3 çk tuz
►1 sb yoğurt

Tavuk Efendi için:
►3 tavuk göğsü
►2 küçük kuru soğan
►1 yk zeytinyağı
►Karabiber
►Biberiye
►2 yk soya sosu

Duvak için:
1 sb un
3 yumurta sarısı
1yk margarin
1sb süt
1çk tuz
3-4 yk çekilmiş fındık

Hazırlanışı:

Çok sevgili “evo gelin” ne yazık ki yemeden önce fotolamayı unuttuğum güzide eserlerim arasında yer alıyor. Bir ar-ge projesi olarak başlayan bu çalışmada amaç “ev boyayan / taşıyan” gençleri lezzetli ve doyurucu; kompakt bir gıda ile beslemekti. Amacına ulaştığını umut ediyorum.

Başparmak büyüklüğünde doğranan tabık etini, zeytinyağında bir miktar kavrulmuş ve kendini bırakmış soğanlara ilave ettikten sonra arzu edilen (mesela miktar arzu edilmese de arzulansa, yemeğe şehvet bulaşır mı?) miktarda karabiber ve biberiye bu karışıma eklenir. Tavukların pişmesine az bir süre kala (yemek olayında göreceliğe bayılıyorum) iki yemek kaşığı soya sosu bu karışımla buluşturulur. Bir 5 dakika kadar da soya soslu pişirme işlemine devam edilir ve tavuk efendi soğutulmak üzere mutfağın nispeten serin bir köşesinde istirahata alınır.

-bu parmak büyüklüğünde şablon çıkartıyoruz-

Hamur karışımı yapılırken yumurtaların sarısı bu karışıma dâhil edilmez. Geriye kalan malzeme 3 su bardağı un ile önce karıştırılır, sonra bu işin karıştırmayla bir yere varmayacağı kabul edilir ve yoğurma işlemine başlanır. Tavukların altına uzanacak olan bu hamurun temas ettiğinizde elinizle yakınlık kurması, ayrılmak istediğinizde parmaklarınıza askıntı olmaması gerekmektedir. Bunun için hamur olmak amacıyla bir araya gelen karışıma kaşık kaşık un ilave edip yoğurmaya devam etmek istenilen kıvamı yakalamaya yardımcı olabilir. Boyacı tayfasına hitaben enstale ettiğim ilk versiyonda 3.5 su bardağı un kullanmış, yemeğin isim esini minnoş arkadaşımın “bunun hamuru kalın olmuş” yorumuna göğüs germiştim (boğazında durmadı). Taşıyıcılar sürümünde "3+kaşık kaşık" yöntemiyle yukarıda bahsi geçen kıvama ulaştım, nispeten daha başarılı bir oluşumla karşılaştım.

-boğazda durmayıp esin babasının midesine ilerleyen gelin kameralara el sallıyor-

Bu hamuru biraz dinlendirmek iyi oluyor. Bu hamur şöyle bir 5-10 dakika dinlenirken, gelin duvağı için hamurdan ayrılan 3 yumurta sarısı, diğer malzemelerle karıştırılır. Alt hamur yağlanmış tepsiye bir güzel yayılır. Tavuk, mümkün olduğunca suyundan ayrı tutularak bu hamurun üzerine yayılır ve tahta kaşık marifetiyle kibar hareketler eşliğinde hamurla samimiyet kurmasına yardımcı olunur. Duvak ile dikkatlice tavuğun üzeri kaplanır ve ısıtılmış olan fırına 200°C ısıyla buluşması için yollanır.

20 dakika sonra ince kıyılmış 3-4 yemek kaşığı fındık kırığı / kırıntısı duvağın üzerine serpilir ve 20-25 dakika daha pişirme işlemine devam edilir.

Gelinin sıcak sıcak tüketilmesi tavsiye edilir.

-sonra hoca demiş ki: “gelinin piştiğine inanıyorsun da yendiğine mi inanmıyorsun?”-