28 Şubat 2013 Perşembe

Festival Duası


Müzikle ilişkim hiçbir zaman çok samimi olmadı. Dönem dönem yoğun hayranlıklar beslediysem de bir süre sonra bu bir sıkkınlığa dönüştü. Halen haftalarca, orada burada çalan ve kulağıma çalınan dışında, müzik dinlemeden zaman geçirebiliyorum. Bu bazen ihtiyaç hissetmemekten, bazen de ani gelen bir doygunluktan kaynaklanıyor. Bununla birlikte canlı müzik dinlemekten hoşlanıyorum. Daha önce dinlemediğim insanları dinlemekten zaman zaman heyecan duyuyorum. Müzikten haz alma lobumun eğitilebileceğine dair bir inancım olmakla birlikte tembellik eğilimim sebebiyle vasat dinleyici olmaktan öteye geçemiyorum.

Haftalar önceden 16. Ankara Caz Festivali için biletlerimizi aldık. Konserler başladığında kimi bileti neden aldığımızı hatırlamıyordum. Bir de bileti önceden almakla ilgili şöyle bir sıkıntı var; alım zamanının heyecanı ile etkinlik zamanının enerji seviyesi birbirini tutmayabiliyor. Konser salonu yerine evimin salonuna yönelme eğilimi belirebiliyor. Duyurular erkenden yapılsa ancak biletler son dakika satışa çıksa da ona göre seçsek, gitsek konserlere, filmlere (seneye yeni yıl mektubumda dilek listeme alıyorum).

İlk konser tam bir fiyasko oldu. Pek hevesliydim Akın Eldes dinlemeye ancak bilet alırken konserin Cuma akşamı 18.30’da başlıyor olduğuna dikkat etmemişim. İşten çıkıp konsere yetişmek üzerine –gerilim dolu- bir takım senaryo çalışmalarında başarısızlığa uğrayınca paşa paşa bilet iadesinde bulunduk ve konsere gidemedik. Bu vesileyle mybilet’in açık para mefhumuyla tanıştık. Ben gençken kredi kartına iade yapılıyordu, artık bilet tutarı mybilet hesabınıza aktarılıyor ve bir sonraki bilet alma girişiminizde isteseniz de kredi kartıyla ödeyemiyorsunuz, illa ki öncelikle açık paradan ödeme yapıyor (vallahi olmaz!).

9 Şubat’ta Murat İşbilen Quintet ile geç de olsa açılışı yaptık. G.A., kardeşi C.A.’nın vakti zamanında gitar hocası olması sebebiyle biliyormuş kendisini; bu sebeple listemize almışız, bunu hatırlıyorum çok şükür. Efendim, konser öncesi sunumda dediler ki “dünya müziği”. Şimdiiii, “dünya müziği” denilince bir, “etnik müzik” denlince iki.. Bana bir ürperti geliyor. Nitekim, Murat Bey’in ekibinde de bir kajon olması, şarkılarda Flamenko ritmi tutulması ile bize bir “dünya müziği” konseri vermeleri benzer bir ürperti yarattı. Müzisyenler enstrümanlarını gayet güzel çaldılar ama sanırım parçalar beni pek de sarmadı. Murat Bey, dünyanın en mütevazı müzisyeniydi, ilk kez bis aldıklarını dile getirecek kadar. Yakında albümleri çıkıyormuş (belki de çıkmıştır!), heyecanlılardı. Bir de Gülümcan şarkısı varmış, Murat Bey’in. Meğer her bir yerde çalınırmış kulağımıza da onun olduğunu bilmiyormuşuz.

Ölümüne müziksever bir insanmışım gibi, Murat İşbilen sonrası Önder Focan Grup & Meltem Ege konserine koştuk. Biraz cimrilik yapmışız, en arka blokta olmamız dikkat dağınıklığı yarattı. Ancak müzik gayet güzeldi. Yine de caz parçalarına yazılmış Türkçe sözler içimi pek açmadı. Hızla okunan heceler, benzer bir şarkının İngiliz dilinde seslendirilmesindeki benzer hızlı okumaların yanında yangından mal kaçırma, kapıya sıkışmamak için koşarak bir yerden geçme, metroya son dakikada atlama gibi huzursuz bir hissiyat yarattı. Milliyet Sanat Ocak sayısında Ece Göksu demiş ki "..her caz parçasına Türkçe söz olmuyor...Cesaret isteyen, zor bir iş..". Pek iyi demiş, dedim.

Bir hafta ara verdikten sonra yüzümüzü Cer Modern’e döndük. 18 Şubat akşamı Francesco Diodati - NEKO konserine gittik. 3 Francesco ve 1 Ermanno'dan oluşan grup gayet güzel bir konser verdi. Cer Modern, konser girişi içecek güzelliği ve salonunun ferahlığı ile gönlümü çeldi. Konserin sonuna doğru her ne kadar menopoza üç adım daha yaklaşmış olsam da salon büyüklüğü ve akustiği ile konsere gereken özeni vermeme yardımcı oldu. Konser çıkışında yerel sanatçılara destek projem kapsamında grubun bir adet cd’sini edindim. Almanya konser gezmelerimde olduğu üzere bir albüme 20€ vermemenin küçük mutluluğunu yaşadım.


Aynı hafta içinde, başlangıç programımda olmayan Karsu Dönmez konseri için yeniden Cer Modern'e koşturduk. Son derece tutarlı bir insan olduğum için -en azından bu festival kapsamında- yine daha önce hiç dinlemediğim birisinin konserindeydim. Karsu kızımız -sanki ailemizin tatlı, kaprissiz, neşeli küçük kızı- şahane ötesiydi. Sesi gerçekten çok güzeldi, sanırım hayatımda ilk defa bir konser boyunca solistin sesi bir kez olsun beni tırmalamadı. Kendi besteleri gayet güzeldi. Türkçe şarkıların, türkülerin caz yorumu gayet güzeldi -Türkçe yazılmış caz parçaları değil, dikkat-. Hatta Domates Biber Patlıcan bile güzeldi, ki Barış Manço şarkılarına hiçbir zaman yakınlık duymadım. İkinci biste Çok Uzaklarda'yı söylemeseydi (L. McKennitt ömrümden ömür götürüyor) dört dörtlük bir konser olacaktı. Olsun, o da bir nazar boncuğu (caz ve nazar boncuğu bu meyanda buluşuyor!).


Festival kapanışını MEB Şura Salonu'nda Dhafer Youssef Quartet ile yaptık. Konserin yıldızı muhteşem soloları ile davuldaki Chander Sardjoe oldu. Kendisi, udi Dhafer Youssef'a karşı içten içe duyduğum "dünya müziği" korkumu yenmeme yardımcı oldu. Dhafer beyin udunu çok duyamadık ama farklı diyarlarda dolaşan sesi Cuma akşamı iş çıkışı saadetine yetti. Türlü telden arkadaşımı da bu konserde gördüm; ya kendisi pek popüler ya da "dünya müziği"ne çok yakın. MEB Şura'da, Cer Modern'in şık bayanlarının yerini alter gençlerimiz aldı; işten yetişme kostümümle çok efendi kaldım. Salon az daha havalandırmalı olsaydı belki gözlerimi daha az kapama ihtiyacı duyardım. Bilemedim. Sahneden çok bu kadar detayla ilgilendiysem, "Neden Cafer demiyoruz, hangi harf gelse Cafer derdik?" diye düşündüysem; pek bağlanamamışım sanki konsere. Ama güzel miydi konser? Güzeldi.


Umarım bir sonraki festivalde de güzellikle anacağım konserler olur (amin).




20 Şubat 2013 Çarşamba

8 Şubat 2013 Cuma

Cer Modern - Şubat


Geçtiğimiz cumartesi, başkentimizin kısıtlı hadiselerini –gezinti, yemek, sergi, sinema, bar ve fazla mesai- aynı günde deneyimleme azmiyle sabahın köründe işe gidip, öğle saatlerinde ofisten koşarak uzaklaştıktan sonra, kalede oltu kebabını götürüp yüzümüzü Cer Modern’e döndük ve ilk olarak şehrimizin güzide ilan panolarından bizi selamlayan Ahmet Güneştekin’in Yüzleşme sergisine adımımızı attık.

Ahmet Bey hakkında hiçbir fikrim olmaksızın sergisine teşrif etmeyi hiçbir baskı altında kalmaksızın seçmiş olmam, sergi boyunca gördüğüm resimlerden yaşadığım sıkıntıyı hak ettiğim anlamına mı gelir? Zannetmiyorum. Hemen her resimde bir haç, bir yıldız, bir hilal; hepsinde aynı doku, benzer renkler, Aslı ile Kerem, Troya, vb.. Saçımı başımı yolarak salondan çıkmak istedim ama bir görsel sanat uzmanı olmadığım bilinciyle halkı galeyana getirmekten kaçındım. Halk, çoğunluğu orta yaş ve üstü çiftlerden oluşan tenha bir topluluktu ve bu çoğunluk hemen her resmin önünde sırayla birbirlerinin fotolarını çektikten sonra gözlerine kestirdikleri diğer ziyaretçilerden birlikte çekim rica ediyorlardı. Ben de payıma düşen bir telefonla birkaç titrek foto çektim, bir orta yaş sergi çiftinin. Acaba önünde fotoğraf çektirdikleri herhangi bir resmin adını hatırlayacaklar mı?
Video yerleştirmeleri nispeten daha ılımlı (olumluyla ılıman arası) bir etki oluşturdu. Ancak videonun başında Moth olan Pervane, neden videonun izlendiği bölmenin girişinde Propeller olmuştu, onu anlayamadım. Keşke videoyu o alanda göstermeyi planlayan kimseler, öncesinde videoya bir göz atsalarmış.
Bir de videoların alt ve üst yörelerinde görülen oynatıcı ikonları, “x_kadın. Mpeg” gibi yazıları görmesek sanki daha güzel olurmuş. Resimlerin yer aldığı ana sergi meydanının pırıltılı cafcaflı renklerine gösterilen özenin yarısı gösterilmemiş video alanına.
Yüzleşemedikten sonra Gerçek Kötüler Sanat Kolektifi’nin Bizzat Ben Kendim – Bir İkilem Olarak Ben sergisi için alt kata yöneldik. İçim de, zihnim de açıldı, bu sergideki işleri görünce. Eğlenceli, zeki, kimi kaşıyan işlerden birkaç foto gelsin (ben önlerinde poz vermemiş olsam da).



Zuhal Baysar – Benlik


Nilay Kalınbayrak – Çerçeve




Bashir Borlakov – Ramon Merkader’in Rüyası


Elmas Deniz - Otoportre
Erdal İnci’nin Karaköy’de Otoportre videosunu ve Sevda Kal'ın Statü/Rol işini de sevgiyle anmak istiyorum, bu noktada.
Yüzleşme, 30 Mart’a; Bizzat Ben Kendim – Bir İkilem Olarak Ben 24 Şubat’a kadar Cer Modern’de sergilenmeye devam ediyor.