25 Eylül 2010 Cumartesi

Kelebekler Vadisi

Ağustos ayının ilk haftasını Kelebekler Vadisi’nde geçirdim, birkaç arkadaşım ve tatil vesilesiyle yeni tanıştığım bir grup güzel insanla birlikte. Sakin ve kafa yormayan bir tatil arzusu içerisindeydim. Tatilin geneli de böyle ilerledi ancak son gününde canım sıkıldı, bu sıkıntım da bir süre devam etti. Bundan kelli yazmaya erindim. Ama yine de birkaç şey aktararak sevimsiz sonun üstesinden geldiğim, neşeyle andığım bir tatil olsun istedim.

Yola çıkmadan önce okuduğumuz yorumlarda eğer dövmemiz yoksa ortamda kendimizi yabancı hissedeceğimizden bahsediliyordu. Hemen hepimiz neremize, ne dövme yaptıracağımızı konuştuk tatil boyunca. Ancak dövmelerden daha fazla dikkatimizi çeken şey erkek çatalları oldu. Çalışan ve müdavimlerin erkek topluluğundan çatalını görmediğimiz adam kalmadı. Öyle ki yüz yıl çatal görmesem hafızama kazınanların anısıyla eksikliğini hissetmem.

Son derece sporcu bir ekiple birlikte orada olmam, tatil dönüşü göbek katmanlarımda eksilmeye yol açmadıysa da 1-2 kilocuktan arındım. Son derece sağlıklı beslendim. Genel tatil tüketim eğrilerimle kıyasladığımda son derece az alkol tükettim, her gün sabahın köründe bir aktiviteyle ayıldım, sebze yemeklerine doydum, bol bol yüzdüm, tırmandım ve yürüdüm. Ha bir de marsık gibi yandım.

Her gün gelen tatilci tekneleri hem kalabalık ve gürültü yapıyor hem de artlarında köpüklü deniz bırakıyordu. Anormal sıcak bir haftaya denk geldiğimiz için, tekneler uzaklaşıp dalgalar köpükleri açıklara sürükledikten sonra gün bitimine yakın saatlerde denize girmeyi tercih ettik.

Vadi tepesine –Faralya Köyü- ve Kabak Koyu’na yürüyüşler enfes oldu. En sevdiğim tatil etkinliklerimden ağaçtan incir toplayıp yeme eylemini bu yürüyüşlerde gerçekleştirebildim. Kaktüs meyvelerini toplamayı beceremedim ama babacığım sağolsun, 30 Ağustos Zafer ve Yazlıktaki Aileyi Ziyaret Etme Bayramı’nda bana kaktüs yedirdi.

Daha önce vadiyi defalarca ziyaret etmiş arkadaşlarımın “En kalabalık vaktinde gidiyorsun, mayıs veya eylülde gitmelisin,” yorumlarına hak verdim. Kalabalık vaktinde ne fazla 3-4 gün kalınmalıymış. Tenha, sakin vaktinde yine gider miyim, bilemiyorum.

Muhteşem fotoğrafçılık yeteneğimden enstantanelerle huzurlarınızdan ayrılıyorum.
-bu ne olduğunu anlayamadığım plastik deniz yaratığından birkaç adedini işletme sahipleri misafir çocuklar üstünde tepişsinler diye sahile salmışlar. şu yaşımda çekindiğim yaratıkla o yaşta oynamak istemezdim tahminen-
-"rock bar" isimli, gece yattıktan sonra çadırımıza müzik sesi ulaştırmayı beceren mekanın az ilerisinde hüsranla sonuçlanan bir sabahın körü balık tutma macerasında çekilmiş bu fotoğrafta azimli balıkçı (!) arkadaşlarımın uğraşlarına eşlik eden yoğun sidik kokusuna vesile olan "barda içerim, kayalığa işerim" gençliğini sevgiyle anıyorum-
-Kabak Koyu'nda suyun daha temiz olma olasılığına dair merakım, orada da büyük köpük kitleleriyle kucaklaşmamızla son buldu ancak denizin renginin daha çekici olduğunu inkar edemem-




-vadinin tepesinde Faralya Köyü-vadi sınırından bu foto. Faralya'daki pansiyonlarda, otelciklerde 1-2 gün kalmak enfes olabilir-


-hayatımda yediğim en leziz şeylerden biri mi, yoksa en lezizi mi karar veremedim henüz. kokusu bile başımı ağrıtan adaçayı nasıl güzel gitmişti yengeçle! bir de zencefilli ve soya soslu kalamar vardı ki yanında, tatilimin en güzel anlarına vesile oldular-

-gün batımından eğik kare, dikdörtgen de olabilir-


-ulu capoeira topluluğu, enfes şarkılarını söylerken-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder