17 Haziran 2012 Pazar

Bluesfest Ingolstadt


Pek Kıymetli G.A.'ya, "Blues candır," ittirmesiyle totomu yaymama engel olduğu için..

Geçtiğimiz yıl, Almanya'ya büyük göç öncesinde canım komşum A.B.S.Ç., Ingolstadt Blues Festivali'nin müjdesini vermişti. Burada bulunduğum sürede ancak tek bir konseri izleme şansım olmuştu. 9 Haziran biletime amorti bile vurmamış olsa da şansa yüklenmemek lazım, bir konser izleyebilmiştim (şansla arayı bozmayalım).

Münih'te yalnız olmak acıklı ise, Ingolstadt'ta yalnız olmak korkulu benim açımdan. Çünkü şehir bitiveriyor, yollar bitiveriyor, restoranlar bitiveriyor, kitaplar bitiveriyor.. Yağıştan bir türlü kurtulamayan şu haziran haftasında bana Ingolstadt'ta eşlik eden tek bir İspanyol kardeşimin olmaması ve çok okumalı bir evremde bulunmamam sebebiyle gelmeden önce yapmış olduğum "neler yapabilirim?" araştırmamda 23. Ingolstadt Blues Festivali ile karşılaşınca pek bir sevindim. Burada bulunacağım süre dahilinde 3 konser görünüyordu ve üçü de geçen seneki konseri de izlediğim Neue Welt'te düzenleniyordu. Verinays.

Şehre intikal ettigim pazar gününü Raw Materials sonrası bayılmak ve haftalardır uyuyamadığım uykuya kavuşmakla değerlendirdikten sonra, ptesi günümü optimum verimle geçirmek için çabaladım (gittikçe daha berbat bir dil konuşup yazmaktayım). Sabah tam iki otobüs vakti arasında tamamlayınca işlerimi, otobüse bir sonraki duraktan binme etkinlikleri çerçevesinde yarım saat yürüyüp 5. ve 7. durakların arasını koşarak parkuru tamamladım (6. durak üçgenin dik köşesinde; 7. Hipotenus Koşusu). İş çıkışı markette çikolatalar, abur cuburlar üzerime üzerime gelirken Karatay yiyeceklerimi (hepsi cam kavanozda olmayabilir tabi) ve yağmurdan nasibimi alıp hızlı bir akşam yemeği sonrası kendimi sokağa attım. 1 saatlik yürüyüşümün hemen ardından kostüm değiştirip soluğu Neue Welt'te aldim. Yürüyüş sonrası tembelliğe cok meyilliydim ama sevgili G.A.'nın özlü sözünü dikkate almayı başardım.

Tabi ki sosyal çekingen bir insan olduğum için doğruca bara yanaştım, bir tabureye tüneyip kimseyle muhattap olmamak namına (halbuki herkes heyecanla benim salona adım atmamı bekliyordu!). Lakin taburelerin hepsi `kapılmıştı`. Salonu süzdükten sonra 3 büyük, 1 küçük amca ile bir orta boy teyzenin konuşlandığı masaya yöneldim. Büyük amcalardan birisine yanındaki sandalyenin boş olup olmadığını sordum. Sandalyenin bana ait olduğunu ve beni bekledigini söyledi, büyük amca. Bu dakikadan sonra kendisi benim en sevdiğim büyük amcam oldu.



Salonda tahminen 60-70 kişilik bir izleyici kitlesi vardı veeee en gençleri bendim! Bu konserler süper, Ingolstadt genç ve ergenleri punk saçlarla sokakları arşınlarken, ben çoğu büyük amca ve teyzelerden oluşan bir grupla Chicago'nun bağrından kopup gelmiş Jim Kahr ve kankalarının konserinde en genç insan olabiliyorum (biletçi kızı saymıyorum, o salona girmeyip kitap okudu konser boyunca)! Ve nedense kalabalık ortamlara bireysel katılımımda hep amcaların, teyzelerin şeker dağıttığı hadiseleri tercih ediyorum.



Efendim, konser tam zamanında başladı. Salonun ses kalitesi enfesti. Müzik; sağır etmeyen, temiz, anlaşılır, sevilir bir netlik ve yükseklikteydi, konser boyunca. Kitlenin çoğunluğunun Audi çalışanı Alman'a-ecnebi kitlesi olduğu yönündeki tahminim, Jim amcanın "Haydi şimdi bütün eller havaya!" çağrısına %70'in üzerinde bir katılım sağlanması ile çürüdü. Her yaştan, her uyuzlukta ve sempatiklikte Alman insanının "Şimdi yüzüyoruz, şimdi kürekleri çekiyoruz!" sarkısı ve hareketlerine şevkle katıldıklarını deneyimlediğim October Fest ile sanırım artık bu ayrımı yapabiliyorum. Bir de bu insanların enerjisine hayran kaldım, şarkının başından sonuna kadar kendilerine verilen komutu uygulamaya devam ettiler ve `tempo tempo tempo!` dediler.



Jim Kahr'in sesi güzel, yorumu güzeldi. Ancak bana kalırsa, şarkıların genelinde ekibin uyumu ve müziği liriklerin ve vokalin önündeydi ve çok çok güzeldi. En cok basçı Willy Wagner eğlendi konser boyunca ve hakikaten enfes çaldı. Konserin ilk yarısı hareketli şarkıların hakimiyeti altındaydı. Acar muhabir olarak fotoğraf makinamı otelde unutmuş olmanın ezikliğini yaşadım, konser boyunca. Konser arasında sanatın ve sanatçının dostu olarak iki albüm edindim: Fişsiz albüm My Guitar and I Have Travelled ve canlı kayıt Back in Mannheim. Konseri takip eden karanlık Bavyera günümde bu albumler, mesai saatlerimi şenlendirdi. Bununla birlikte Rainy Night In Georgia şarkısı dünyanın en bayık şarkıları listesi için adaylarımdan biri olabilir. Ticari ilişki esnasında Jim Kahr, "How are you doing tonight?" sorusuyla 3+1 haftalık Amerika deneyimimde samimiyetsizlik kavramımı tırmalayan genel geçer hatır sormaca işlemiyle tüylerimi –çok fazla olmasa da- diken diken etti. Keşke "Alles gut!" deseydim, ah aaah!



Konserin ikinci yarısında tempo düştü, Alman seyircilerin elleri kolları dinlendi. Jim Kahr'ın izleyiciyle muhabbeti –ticari olmayan- çok tadındaydı. Uzamayan hikayeler, ortalama ve/veya üstü espiriler, kısa aralar. Konser başında (20.30), 23.00'te konseri bitirmeleri yönünde baştan uyarıldıklarını belirtmişti. Dakikalar kala Still Got the Blues'u çaldı (konserin geneli kendi şarkılarından oluşuyordu). Biste de bir şarkı daha çaldılar ve bize veda ettiler. Karatay kitabında henuz çok yol kat etmediğim için, beyaz biraları ve helles'i götürürken hiç vicdan azabı çekmedim.


**-**


Salı akşamı, öncesinde izlemeye son derece motive olduğum Lisa Doby konserine; klasik kapalı, rüzgarlı, yağmurlu ve soğuk bir Ingolstadt alşam bunalımı yaşadığım için gidemedim.


**-**


Perşembe akşamı, öğle yemeğinde zaman zaman kendimi şaşırtan nitelikte bir boş konuşma üstadına dönüştüğüm için, kıymetli Alman dostumuz M.H. eşlik etti bana, Oh My Darling konserinde. Tam kendi başıma etkinlik insanı olma yolunda emin adımlar atarken, "Aa, akşam sen de gelsene!" demiş bulunduğum için kişisel gelişim çalışmalarımı 24. festivale erteledim.


Oh My Darling, her biri farklı alemden gelmiş 4 süper hatunun grubu. "Acaba kabuslarımda kaçtığım bir Country deryasına mı düştüm?" korkusu konserin ilk dakikalarında yerini rahatlamaya bıraktı. Şarkılar, enstrümanlar, vokaller çok başarılıydı. Bir şarkıda tempo yavaşladıysa, diğerinde yeniden hızlandı.


Banjoyu bu kadar seveceğimi düşünmemiştim hiç. Kemanla birlikte muhteşem bir ses veriyorlarmış meğer. Yine basçı grubun en hareketlisi, en eğleneni oldu (Sevgili Marie-Joseé). Bacağına savaş aletiymişçesine bağlamış olduğu yayını kimi şarkılarda kuşanıp kontrbasından bambaşka sesler verdi.


Şarkıların kimi enstrümantaldi; çoğu İngilizce sözlü, bir kısmıysa Fransızca sözlüydü. Sanırım en çok "Bu şarkıyı gruba Allison getirdi," "Bu şarkıyı gruba.." sunumları hoşuma gitti. Hem grubuz, hem de hepimiz ayrı ayrı katkı koyabiliyoruz hali.


İki albümlerini edindim: In The Lonesome Hours ve Sweet Nostalgia. Her ikisi de güzel albümler, konserde çalınan şarkıların hemen hepsi var; anonim şarkılar dahil. Ama sahne performansları albüm kayıtlarının çok çok üstünde ve sahne halleri albüm fotolarına kıyasla çok daha içten ve samimi.


Tabi ki yine unuttum, fotoğraf makinamı götürmeyi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder