25 Kasım 2011 Cuma

Şaşkınlar Kraliçesi


Kimi günler evden çıkmamam gerektiğini düşünüyorum, hem kendim açısından hem de halk sağlığı zarar görmesin diye. Dün de böyle bir günmüş, sonradan farkına vardım.

Uykusuz ve yorgun başladım güne. Gün boyunca kendimi çalışmaya zorladım. Odamın demirbaşlarından Fransız T.V. ile müteharrik Petit Nicolas bütün gün boyunca konuştular, bütün gün! Azimle kulaklıkları kulağıma takmadım çünkü ses duymamak için müzik dinlemekten hoşlanmıyorum, dinlemek istediğimde güzel tüm şarkılar.

Öğleyi takip eden saatlerde işten erken çıkmayı, eve gidip bir-iki saat uyumayı düşünüyorum. Son bir defa bakayım diyorum, haftaya ofisi terk eyleyecek M.G.Q.'nun veda içmesi için buluşacağımız yerin adresine. Bir yandan da şaşırıyorum, her şeyi derli toplu ve planlı yapan hatunun saatler sürecek toplantısının olduğu bir akşam için organizasyon yapmış olmasına. Dün yapmış olduğum tek akıllıca hareket bu oluyor, böylelikle haftaya salı gerçekleşmesi planlanan içme eylemine perşembeden başlayıp karaciğerlerimi iflas, bar sahiplerini zengin etmekten alıkoyuyorum.

Fransızca diyalog ve uykusuzluğa, ikisinin tatlı tatlı her hücreme yerleştirdiği üst seviye asabiyete dayanamayarak 16.15 otobüsüne binme hayaliyle koşarak ofisi terk ediyorum. Daha önce kullanmadığım bir otobüs, tahminen otobüsün en genci benim. Teyzeler var, bir dolu. O koltuktan öbürüne şen şakrak muhabbet ediyorlar. Yanıma kısa kızıl saçlı, tombulca bir teyze oturuyor; annemi anımsattığını sonradan fark ediyorum (tamam, annem yarım beden daha küçük). Yine de sanki bir terslik var gibi. Saatimi kurayım da uyur kalırsam ineceğim durağı kaçırmayayım, diyorum. Servis saat ve güzergahı telefonumda kayıtlı, bu otobüsün kaçta benim durağımdan geçeceğine bakıyorum. Bu esnada yola çıkalı bir 5 dakika olmuş. Saatimi kurmak üzere ana ekrana döndüğümde 16.05 saatini fark ediyorum. Zamanda yolculuk için çok teknolojik bulmadığım otobüste bir anormallik var. Yanımda oturan teyzeye otobüsün nereye gittiğini soruyorum, Ottobrun yanıtını alıyorum. Enfes!

Ottobrun'a ulaştığımızda teyzeciğim inmemiz gereken durağı işaret ediyor. Bir otobüs durağına kadar bana eşlik ediyor, buradan bineceğim otobüsle Münih'e dönebileceğimi söylüyor. Birbirimize sevgiyle el sallarken henüz çarşamba günü almış olduğum beremi indiğim otobüste unuttuğumu fark ediyorum.

Bineceğim otobüs ben donmadan durağa ulaşıyor. 15-20 dakikalık bir yolculuk sonrası evimin yakınlarındaki bir durakta iniyorum. Hızlı yemeğimi alıp, herhangi bir araca çarpmadan, mevcut parça ve eşyalarımı koruyaraktan eve ulaşıyorum.

Bugünü nispeten hasarsız kapattım. Bankaya hesap açtırmaya gittiğim noktada bütün günü cüzdansız geçirdiğimin farkına vardım. Banka şubesinin evimin hemen karşısında olması vesilesiyle bankacıya "Ay, siz bekleyin iki dakika, ben bir koşu eve gidip geliyorum," dedikten sonra akılsız başımın cezasını beş katı tırmanarak ödedim. Neyse, bir şekilde anlaştık gibi bankayla. Bankacı daha erken bir tarihte randevu vermek için beni bir yarım saat içerisinde arayacağını beyan etti ama ben kendimi kuaför koltuğuna attığım için paltomun cebinde birkaç kere çalmış olan telefonumu duymadım. Ama olur ya, benim işim. Olur, olur..

Bazen bu şaşkınlıkla nasıl tek parça yaşadığıma şaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder