20 Kasım 2011 Pazar

Lezzete Dönüş

Mutfakla samimiyet kurmak suretiyle artık hayatımın bu şehirde devam ettiğini kabullenmeye başladım. Son 4 yıldır üstesinden gelmiş olduğum hazır/yarı hazır yemekleri yeniden tüketmeye başlamış olmak, hem kalan şuncacık damak zevkimi öldürüyor hem de beni üzüyordu. Geçtiğimiz hafta içerisinde elimi una bulayarak pişirmeyi ve yemeyi sevdiğim yemeklere dönüş yaptım. Aferin bana.

Hafta başında toparlayabildiğim malzeme ile mantarlı amorf yapmak üzere mutfağa girdim. Buradaki sodalarla anlaşamadığım için sodayı malzeme listesinden çıkarttım. Bayatlamayı reddeden az unlu/bol tahıllı esmer ekmeği uzunca bir süre kurutmaya çalıştıktan sonra küçük parçalar halinde elimde kırdım. Sevgili Nora'nın mutfağı ihtiyaç duyabileceğim hemen her şeyi içerse de bir "kıyıcı" bulamadığımdan bıngıl kollarım çeşitli ufalama, ezme, doğrama faaliyetlerinde kas yapmaya meyl etti. Bir bardak fındığı kıyıcım olmadığı için çekemediğimden, el marifetiyle çalışan "çekici" ile parçalanmış hali ancak bir bardağı dolduran fındıkla idare etme tembelliğinde bulundum. Mantar miktarını biraz fazla tuttum. İlave olarak bir miktar krem peyniri de karışıma ekledikten sonra, bu sefer cömert porsiyonlarla amorfları fırına verdim. Önceki çalışmalarımdan daha esmer, daha kıtır yavrular tepside uzanarak ertesi sabahı beklediler.

Ertesi sabah ofise gidince merak içerisinde almış olduğum ilk ısırıkla sevinç nidalarında bulundum. Ofis halkı da mest oldu. İsim soranlara, tarif soranlara kişisel bir çalışmamla karşı karşıya olduklarını söyledim. Bunun geleneksel bir Türk "pastry"si olmadığını, görüntüsüne rağmen tatlı kurabiye olmadığını ve benzeri açıklamaları gün içinde beslenmeye gelen çeşitli milletlerden proje arkadaşlarıma açıklamak durumunda kaldım. Pişirmek, yemek ve ikram etmek bana iyi geldi.

Hafta başlarında ofise kutu kutu "müsli bar"lar yığıyorum. Hafta boyunca ofis arkadaşlarımla genelde uzayan saçma sapan mesai saatlerimizde bunlarla besleniyoruz. İki haftadır ise sevgili "mesafeli" Fransız oda arkadaşım gözlerimi yaşartan eylemlerde bulunup bana çikolata ikram ediyor. Halbuki sessizce kantine gidip sonrasında arkamda haşır huşur ambalaj açmalarına, müsli almak üzere çekmecemi açıp ona döndüğümde ise elini uzatmış olmasına alışmıştım. Hayat beni mideme giden yolda sürprizlerle karşılaştırmaya devam ediyor.

Canım ablamın geçen hafta sonlanan ziyaretinde bana mercimek çorbası pişirmiş, Sultan Pastanesi ve Fırını'ndan simit getirmiş olması da özlemediğimi iddia ettiğim lezzetleri hatırlamama sebep olmuş olabilir.

Dün sonunda bir "mahallemizi tanıyalım" turuna çıkabildim. Bunda bu eve taşınalı nedense eve uzak s-bahn/u-bahn istasyonlarını kullanmakta olduğumun farkına varmam, bir hafta sonunda evde ve yalnız bulunmam etken olmuş olabilir. Hafta içerisinde Prinzregentenplatz'ın, Max-Weber'den daha yakın olduğunu deneyimlemiştim (üstelik hemen çıkışındaki fırıncık akşamüstü karbonhidrat deliliğimi, eve bayılmadan ulaşabileceğim şekilde sonlandırıyor). Dün de Ostbahnhof'tan 15 dakika yürümek yerine Leuchtenbergring'ten 5 dakika yürüyerek kollarımı koparmadan/burnumu dondurmadan evime gelebildim.

Mahalle turunda o sokaktan girdim, öbüründen çıktım; 3 saat boyunca 1 derece sıcaklıkta ısıtma numarası yapan güneşin altında dolandım. Mahallemizin kitapçılarını gezdim, bir Julian Barnes kitabı daha aldım, Uzakdoğu marketlerini gezdim, gönlüme göre kuaför bulamadım. Sultan Pastanesi'nden aldığım simidi kemirir, elimdeki poşetteki ıspanaklı böreği evde çayla tüketmek üzere sabırsızlanırken küçük bir Türk marketine girdim, mest bir şekilde yufka, tahin, zeytin vs. aldım. Uyum sağlamak adı altında kendime lüzumsuz eziyet etmeye son verip alıştığım ve sevdiğim lezzetlerle arasıra buluşmanın hiç de olumsuz olmadığına kanaat getirdim. Şimdi buzlukta Feyza Köfte Harcı ile yoğurduğum köftelerim duruyor.

Pişirme azmim ve heyecanım devam ediyor. Bakalım, kurabiye dünyasında kendime yer edinebilecek miyim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder