20 Ağustos 2014 Çarşamba

Full

Ben de bu enerji nereden geliyor diyordum.


22 Temmuz 2014 Salı

18 Haziran 2014 Çarşamba

Franny ve Zooey

Sevimsiz yatılı lisemin kütüphanesinde onlarca ders kitabının arasında Yapı Kredi'nin sevimli, küçük bir dizisi vardı. Bu diziden Viktor Borisoviç Şklovski, Selçuk Baran, Hamdi Koç ve Çetin Altan'ı okuduktan sonra sıra sıra Salinger'a gelmiş ve Franny ve Zooey'i okumuştum. O vakte kadar Salinger'ı duymuş değildim ama kitaba hayran olmuştum. Çok güzel bir hafta sonuydu; Glass ailesiyle haşır neşir olurken, bir yandan da Peygamberin Son Beş Günü sayesinde Tahsin Yücel'le tanışmaktaydım. Kendimi okumaya vermemin ödülü olarak, takip eden hafta lise hayatımın ilk zayıf notunu aldım organik kimyadan; can sağlığı dedim, devam ettim.

Bir yere varmak, farklı ve ayrıcalıklı bir şeyler yapmak, ilginç biri olmak isteyen herkesten bıktım usandım.

Sonrasında okuyabildiğim her Salinger'ı okudum, Franny ve Zooey'i edinmeye çalıştım ama bulamadım uzun yıllar boyunca. Geçen sene tesadüfen karşılaştık kendileriyle, kitaplığımın doyumsuz okunmamışlar rafında yerleri aldılar Franny ve Zooey. Geçtiğimiz hafta roman inceleme seminerini bitirmenin şerefine, sabah servis koşusunu yapmadan önce kitabı çantama attım ve tek bir satırını hatırlamadığım kitabı yeniden okumaya başladım.

Mendilini  cebine sokarken "Tren seyahatlerinden fazlasıyla hoşlanıyorum," dedi. "Evlendiğin zaman pencere kenarında hiç oturamıyorsun artık."

Üç sabah boyunca servisten inip ofise yürürken tarifsiz bir sarhoşluk içinde attım adımlarımı. Çocukken bitmesin diye gıdım gıdım yediğim çikolatalar gibi, acele etmeden uzata uzata okudum kitabı ve mevcut can sıkıntılarımdan hiç beceremediğim bir şekilde uzaklaştım; bambaşka bir hayattaymışım gibi bir hissiyata kapıldım.

Buddy bana dedi ki, bir tepenin dibinde boğazı kesilmiş olarak yatan ve kan kaybından yavaş yavaş öbür dünyaya göç eden bir adam, güzel bir kızın ya da ihtiyar bir kadının, başının üstünde mükemmel dengelenmiş nefis bir testiyle ordan geçtiğini gördüğünde, tek kolu üzerinde doğrulup, tepeyi sapasağlam aşsın diye testiye gözüyle eşlik edebilmeliymiş.

Bu hissiyatın sebebini açıklamakta zorlanıyorum. Az buz kitap okuyan bir insan değilim ama bu sarhoşluğa nadiren kapılıyorum, sanırım uzun zamandır böylesine kapılmamışım. Şimdi birkaç ay geçsin de kitabı yeniden okuyayım, arada Seymour'la tekrar takılayım, Çavdar Tarlasında Çocuklar'a yeniden kapılayım istiyorum. Sıkıntıyla savaş zamanlarımda çocuk kitaplarından Franny ve Zooey'e kayacağım bu gidişle. Keşke okuduğum her kitapta, hadi çoğunluğunda olsun, bu kitabın her bir cümlesinin zeka, dalga ve şıklığından kırıntılar olsa.

Walt bir keresinde Waker'a, bu ailede herkes, eski hayatında yığınla kötü 'karma' biriktirmiş olmalı, diye bir laf etmişti. Walt'un bir teorisi vardı: Diyordu ki, dinsel hayat ve onun getirdiği bütün acılar, çirkin bir dünya yarattığı için Tanrı'yı  suçlama küstahlığını gösteren insanlara Tanrının musallat ettiği birşeydir.

22 Şubat 2014 Cumartesi

The Lemon Table

Neredeyse bir aydır çanta gezginimdi, yorgunluk ve tembellikle ancak bugün bitirebildim. Kitabın son öyküsü burada. Diğer öyküler daha etkileyici, daha zevkl; genelinde bir yaşlılık ve ölüm güzellemesi. ILJB.

9 Şubat 2014 Pazar

Yokluk Tatlısı veya Annem Halt Etmiş

Malzemeler:

1.25 su bardağı süt
1/2 bardak zeytinyağı
1 yumurta
8 yemek kaşığı toz şeker
1 yemek kaşığı türk kahvesi
2 yemek kaşığı kakao
1 tatlı kaşığı toz zencefil
200 gr petibör
1/2 bardak ceviz içi
3 yufka

Hazırlanışı:

Bir tepsi börek yaptıktan sonra geriye 3 adet yufka kaldı. Anacığımı aradım, evde kalan kıt malzemeyi aktardım ve yufkayla ne tatlı yapabileceğimi sordum. Aklımda "mozaik gibi ama biraz daha değişik" bir şey yapmak yer alıyordu lakin annem heves kırıcı bir şekilde beni tahin ve reçelli bir şey yapmaya yönlendirmeye çalıştı. "Tabi tabi öyle yapayım," dedikten sonra bilmediğimi okumaya karar verdim.

Süt, zeytinyağı, yumurta, şeker, kahve, kakao ve toz şekeri kolumun gücü yettiğince çırpıktan sonra karıştırmayı daha zor hale getirmek için en küçük tencereme boşaltıp kısık ateşe koydum. Bir yandan karıştırmaya devam ettim, bir yandan ufaladığım bisküvileri eklemeye başladım. Karışım nispeten homojen bir hale ulaştıktan sonra, kaynayıp etmeden ama tahminen 20-25 dakika sonra, ocağın altını kapattım.

Her bir yufkayı arasını yağlayarak ikiye katladım, yarım daireyi 8 eş olmasını umut edip beceremediğim  üçgen dilime böldüm. Bir yemek kaşığından daha az karışımı dilimlere koyarak sardım. Ruloların üzerini az biraz yağladıktan sonra ruloların üzerlerine öğütülmüş ceviz döktüm ve kendilerini besmele eşliğinde 190 derecede önceden ısıtılmış fırına 40 dakika pişmek üzere yolcu ettim.


-fırından biraz daha kızarmış çıksalar fena mı olurdu?-

Pişirme sonrası tadının yenilebilir düzeyde olması için dualarla soğumasını bekledim. Tadııı, ııııı, güzel olmuş. Ama yufkası çok kuru olmuş. Ama çayla olur. Olur olur.

Pişirdiklerimden öğrendiğim bir şey var:
İçi bir miktar fazla geldi. Kalan kısmı folyo marifetiyle buzluğa attım. Daha az kuru bir şey çıkacak tahminen donunca.
Ne yapsam bu yufka insana benzerdi, henüz kestiremiyorum.
Annemin bir bildiği olabilir. Birden fazla da olabilir.



6 Şubat 2014 Perşembe

James Blake / Overgrown

Estetik kabus görmek için, uykudan hemen önce.




16 Ocak 2014 Perşembe

Bachfest Ankara

Bir süredir karşıma çıkan Bachfest Ankara logolarına nedense yüz vermemiştim. Sevgili Y.D. bir önceki gün arayıp da 14 Ocak akşamı festival kapamındaki ilk konsere davet edince az kalsın çok şey kaçıracağımın farkına vardım.

Açılış konuşmasında festivalin yıla yayılıp, her ay bir konserle dinleyiciyle buluşmayı planladığı; Ankara'nın AVM ve çok şeritli yollardan ibaret olmadığı ve sanat takipçisine hakettiği etkinliklerin sağlanmasının amaçlandığı aktarıldı. Organizasyonu düzenleyenlerin "bir grup Bach sever arkadaş" olduğu bilgisiyle konser başladı.

Açılışı, İzmir Barok Topluluğu ve Ingrid Seifert yaptılar. Topluluktan Bülent Oral, ara ara eserler ve enstrümanlar hakkında ufak bilgiler verdi, kendi adıma çok memnun oldum bu durumdan. Takip eden eserlerde Emma Kirkby'de sahne aldı ve sıcak, samimi konser devam etti. Bir viola da gamba'yı benzer bir yaylıdan ayırt etme yetisine bu konser sonunda ulaşamadım ama ilk defa canlı olarak bir klavsen dinlemekten çok hoşnut oldum. Bach haricinde birçok bestecinin de eserleri programa dahildi. Benim gibi klasik müzikle ılımlı ama mesafeli bir ilişki halinde olan dinleyicilerin de, konseri benim kadar beğendiklerini umut ediyorum.

Programın takip eden 3 konseri belli olmuş, ilki 9 Şubat'ta. Yine ODTÜ KKM'de mi, bilemiyorum; biletler için adres gösterilen Biletix'te henüz biletler satışta görünmüyor. Festival konserlerini takip etmeye meyilliyiz, umudumuz diğer konserlerin de ilki kadar güzel olması yönünde.


-yine fotoğrafta üstün yeteneğimi konuşturmuşum-

Bir de, bir de 17 Şubat'ta Karsu geliyormuş, ODTÜ KKM'ye. Geçtiğimiz sene, pek bayılmıştık Karsu'ya; bu sene de koşarak gideceğiz izlemeye.